Kiminle, kimlerle komşu olmak istemezdiniz?
Onu sevmiyoruz, bunu sevmiyoruz, ona kızgınız, bundan nefret ediyoruz, o gâvur, bu dinsiz, o komünist, bu yabancı, o eşcinsel, bu ahlaksız… Armudun sapı, üzümün çöpü… Etrafımız düşmanlarla, kötü insanlarla çevrili adeta… Sürekli başkalarını eleştiriyor, başkalarını yargılıyoruz. Herkes yanlış biz doğru. Biz sütten çıkmış ak kaşık. Bize benzemeyen insanlardan, bizden farklı düşünen, inanan, görünen insanlardan hoşlanmıyoruz. Eh, bize benzeyenlerle de pek barış içinde yaşadığımız söylenemez.
Ortak noktalarımızdan çok farklılıklarımıza odaklanıyor, farklılığı kötü bir şeymiş gibi, tehditmiş gibi algılıyoruz. Aslında bize tıpatıp benzeyen insanlar komşumuz olsa onları da sevmezdik. Çünkü kendimizi sevmiyoruz.
Psikolojik olarak insan gelişiminin ilk basamağı olan güven/güvensizlik evresinde takılıp kalmış 0-3 yaş arası çocuklar gibiyiz. Bu evreye narsistik evre de denir. Duygusal gelişim sürecinde narsistik evrede takılıp kalan kişiler hem kendini bilmez bir üstünlük duygusunun yani kibrin hem de aşağılık kompleksinin iç içe olduğu bir yaşam içinde bir oraya bir buraya savrulur dururlar.
Tanımadığı insanlara karşı önyargılı ve ayrımcı ülkeler sıralamasında hayli yükseklerdeyiz. Avrupa’da Türklere ve Müslümanlara karşı ayrımcılıktan şikâyet ediyoruz ama araştırmalarda “Nasıl bir komşu istemezsiniz?” sorusuna verdiğimiz cevaplar şikâyet ettiğimiz ayrımcılığın fazlasını kendimizin yaptığını gösteriyor.
Türklerin yüzde 64’ü Yahudi, yüzde 52’si Hıristiyan komşu istemiyor; dinsel boyutta en çok istenmeyenler ise yüzde 66 oranı ile ateistler. Bazı bölgelerde bu oranlar çok daha yüksek. Cinsel yönelim konusunda daha da tutucuyuz. Yüzde 87 oranında eşcinsel komşu istemiyoruz. Farklı ırklara, milliyetlere mensup olan komşulardan da hoşlanmıyoruz. Nikah olmadan birlikte yaşayan çiftlerin komşumuz olmasından hoşlanmıyor hatta onları ahlaksızlıkla suçluyoruz.
İnsan doğuştan ayrımcı değildir. Ayrımcılık sonradan öğrenilen (öğretilen) bir olgudur.
Bilinç üzerine yapılan kapsamlı bir araştırmaya göre, anormal kutuplaşmaya sahip olan %2.6’lık nüfus, toplumsal sorunların % 72 sini yaratıyor.
Irk, cinsiyet, cinsel yönelim, din, dil, renk, milliyet AYRIMI, kindarlık ve düşmanlık duyguları Homo sapiens denilen insan türünün sağlıksız nevrotik egosunun ürünüdür. Oysa ayrımcılığa neden olan tüm bu özelliklerimiz ya DOĞUŞTAN getirdiğimiz özellikler veya din gibi ufak yaştan itibaren ailemiz ve toplum tarafından bize ŞARTLANDIRILAN değerlerdir. Bu özelliklerle doğan ve yetiştirilen bebeklerin kendi seçimi yoktur… Ama bu bebekler büyüyor, yetişkin oluyor…
Ayrımcılığa maruz kalıyor veya maruz bırakıyor… Tıpkı bu ayrımcılığa maruz kalan veya maruz bırakan anne babaları gibi.
Ayrımcılık paylaşılan cehalettir.
Homo sapiens‘lerin temel fizyolojik, psikolojik, ruhsal ihtiyaçları da AYNI yani ortaktır. Doğada yaratılış ihtiyaçları konusunda ayrım yoktur.
Şunu düşünün: Size benzemiyor diye uzak durduğunuz, yargıladığınız hatta düşman diye gördüğünüz birinin bağışladığı kemik iliği, kan ya da organ sizin, sevdiğiniz birinin ya da çocuğunuzun hayatını kurtaracak olsaydı, aklınıza o kişiye ayrımcılık yapmak gelir miydi? Şükran mı duyardınız yoksa ayrımcılığı sürdürerek bağışı red mi ederdiniz?
Homo sapiens türünü insana dönüştüren bilincin duygusu vicdan ve empatidir. Teknolojik gelişimin yanı sıra bilinç gelişimine her zamankinden çok ihtiyacımız var.
Hayatın tüm renklerini kendi yaşam tuvalinize yansıtabilmenin keyfiyle hoşça olun.