Mutluluk, bir avuç leblebi tozu… Servet, cepteki misket sayısı… Mücadele, dizde kabuklaşmış birkaç yara… Hüzün, kırılan küçük arabamızdı… Çocuktuk o vakitler, sevgiler saf, nefretse hiç yoktu…
Bir varmış bir yokmuş…
Bütün kokuların henüz yerli yerinde olduğu zamanların birinde… Ihlamurlar, iğdeler ve akasyalar, kameriyelerden girip yazlık sinemaların tahta sandalyelerinden çıkıyorken…
Kadınlar kapı önlerinde sinek vızıltılarına aldırmadan bir yandan dedikodu yapıp bir yandan yemekliklerini doğruyorken…
Hayata;
Radyolardan “arkası yarın”lar,
Yazlık sinemalardan “n’ayır” “n’olamaz”lar,
Renkli plastik pikaplardan da, birbirinin koynuna dolanmış “arabesk ve hard rock” isyanları dağılırmış…
Çocuklar korkusuz sokaklarda misket, gazoz kapağı, çelik çomak oynar… Genç kızlar çekirdek çitleyerek Ses, Hey, Hayat, Kelebek karıştırır, fotoroman okurmuş…,,
O, hayata kendini oradan buradan dağıtanların kimisi, aşka-kadına bakışını değiştirirmiş insanların, kimisiyse topluma-müziğe…
Hatta bazısı, kafaları karıştırıp, ağlatır, güldürmüş durmadan…
Damgalarını ruhlara, yazlık sinemalardan uzanıp vururken onlar, başkaymış hayat, çok başka; ışıl ışılmış mesela gökyüzü ve huzurluymuş gezegen…
Ağır yaz günleri bile, ince esintiler sunarmış insan…
Ama diyor ki şimdi o insanlar, “Kim bilir belki rüzgarı filan yoktu da, biz öyle zannediyor, öyle hissediyorduk…”
Ajda Pekkan’lar… Sezen Aksu’lar… Türkan Sultanlar… Orhan Babalar… Bülent Ersoy’lar… Münir Özkul’lar… Erkin Baba’lar… Moğollar… Filiz Akın’lar… Ayşecik’ler… Parla Şenol’lar… Yeliz’ler… Hülya Koçyiğit’ler… Fatolar… Cici Kızlar… Darbukatör Baryamlar… Domates Güzelleri…
Şener Şen’ler… Yeşim’ler… Tuncay Akça’lar… Perran Kutman’lar…
Tarık Akan’lar… Kadir İnanır’lar… Muazzez Abacılar… Muzaffer Akgün’ler… Nezahat Bayram’lar… Müjde Ar’lar, Nur Sürer’ler…
Ve daha nicesinin geçtiği 70’li yıllar…
Ezcümle: Dünyanın son romantik döneminden geçen dünyanın son
romantikleri…
Kent ışıkları gökyüzünün ışığını; yani yıldızları, Ay’ı, Samanyolu’nu
yutarmış. O yüzden göremiyormuşuz onları şehirlerde; öyle diyorlar…
Oysa ki hayatın asıl ışığı değil midir aslolan? Asıl o iyi gelmez mi
insana?
Kendilerinden sürekli söz edilen…
Sözün bu sonsuz dolaşımına kendilerinin de katkıda bulunduğu…
Çoğu kez ne yaptıklarını ve neden o sayfada, ekranda ya da web sitesinde olduklarını bilmediğimiz…
Ve birinin diğerinden ayırt edilemediği bu “ünlüler” çağında…
Herkesin günübirlik de olsa “popüler” olabildiği bu çağda…
Yıldızlığın emeğe, birikime, tecrübeye, risk almaya ve zamana direnebilme- ye dayalı bir yatırım olduğunu unutmaya inat olsun diye, YILDIZLARI HATIRLAYALIM…
Ve gelin, bu “MEHTAPLI GECELERDE YILDIZLARI HATIRLAYALIM” işini birlikte yapalım…
Sizce de, tavan arasına bozulmasınlar diye naftalinleyerek kaldırdığımız
bütün değerli bohçaları açmanın vakti gelmedi mi?