Doğar doğmaz ağlamaya başladınız.
Yaşamsal ihtiyaçlarınızla ilgili bir aciliyet hissi ve bu ihtiyaçları karşılamaya dair çok az beceriyle doğdunuz. Bir yenidoğan, açlığın verdiği stresi hisseder fakat kendi yiyeceğini bulamaz. Vücudu kortizol salgılar, bu da onu ağlatır. Ağlamak işe yarar! Zamanla bebek karşılanmamış ihtiyaçların salgılattığı kortizole karşılık yeni tepkiler vermeyi öğrenir ama feryat etme dürtüsü hâlâ orada, arka plandadır. Beyninizin temelindeki deneyim kendi ihtiyaçlarınızı karşılama konusundaki güçsüzlüğünüzdür.
Kötü hislerin varlığı çok geçerli bir sebebe dayanır: Bizi olası tehlikelere karşı tetikte tutarlar ki kendimizi korumak için zamanında harekete geçelim. Kortizol eğer onu durdurmazsanız ölecekmişsiniz gibi bir his uyandırır. Sizi, ondan bir an önce kurtulmak için ne gerekiyorsa yapmaya motive eder. Kortizol salgılanınca nöronlar bağlantı kurarak bir dahaki sefere benzer bir şey gördüğünüzde, onu daha hızlı tespit etmenize olanak verir. Tehlike öngörmekte bu kadar iyi olmamıza şaşmamalı!
Yeni doğduğunuzda tehlikeye dair farkındalığınız sınırlıdır ama ayağa kalkar kalkmaz, düşmenin acısını tecrübe edersiniz. Bu acıdan kaçınmak ister, böylece bir sonraki adımınızı daha dikkatli atarsınız. Gelgelelim daha fazla adım attıkça bakım vereninizden uzaklaşma riski alırsınız. Harekete geçmeyi öğrendikçe keşfettiğiniz tehlikelerin sayısı artar.
Beyniniz daha önce yaşadığınız bir acıya benzeyen bir şey gördüğünde, yine acı öngörmek üzere tasarlanmıştır. Benzer bir şablon gördüğünüzde kortizolünüzün açma tuşuna elektrik gider. Bu kimyasal, size o anda tehlikedeymişsiniz hissi verir, çünkü onu tetikleyen bağlantının bilinçli olarak farkında olmazsınız. Böyle böyle epeyce kortizol üretmeniz mümkündür!
Neyse ki tehlike arayan bir sisteme sahip olduğumuz gibi, ödül arayan bir sisteme de sahibiz. Tıpkı kötü hissettiren kimyasalların bizi acıya karşı uyardığı gibi, iyi hissettiren kimyasallar da bizi fırsatlar karşısında uyarır. Bizler sürekli iyi hissetmeyi tercih ederiz ama beynimiz bizi mutlu etmek üzere değil, hayatta tutmak üzere evrimleşmiştir. Bizi ödüllere yöneltmek için mutluluk kimyasalları, tehlikeden uzak tutmak için mutsuzluk kimyasalları salgılar.
Bununla birlikte, beyin önceliği kötü hislere verir, çünkü bir tehlike sizi karşılanmamış bir ihtiyacınızdan daha hızlı öldürür. Beyin daima hangi ödüle ya da tehlikeye odaklanacağının seçimini yapmaktadır. Bunu çevreden gelen verileri algılayıp geçmiş deneyimlerinizin biçimlendirdiği kanallardan geçirerek, bilincinde olmadan yaparsınız. Bu kanallar, önceki temaslarda tecrübe ettiğiniz kimyasal veriye bir girdi ekler.
Siz bunu yaptığınızı fark etmezsiniz, çünkü sözel beyniniz ve duygusal beyniniz birbiriyle küstür. Limbik beyniniz bir ödül ya da tehlike öngördüğünü size kelimelerle ifade edemez, dolayısıyla bilinçli beyninizin neden iyi ya da kötü hissettiğinizle ilgili tahminde bulunmaktan başka çaresi kalmaz.
Resimlerde gördüğünüz pembe pofuduk beyin insanlara has bir kortekstir. Özel gücü, örüntüler bulup bu örüntüleri öngörülerde bulunmak üzere kullanmaktır. Öte yandan insana has büyük korteksiniz nörokimyasallarınızı ya da bedeninizi kontrol edemez. Onları kontrol eden alttaki memeli beyninizdir. Korteksiniz, içinizdeki memelinin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamanın yolunu bularak ona yardım etmeye çalışır. Ödüller ve tehlikelerdeki örüntüleri öngörmeye çalışır ki siz iyi hissedebilin.
Hayvanlar anlık tahminler yürütürken, insanlar büyük beyinleriyle büyük veri setlerini kullanarak büyük tahminler yürütürler. Biz çok uzaktaki tehditlerden kaçınmak için bu tehditlere dair içsel imgeler yaratarak hayatta kalırız.
Beyniniz bir öngörünüzün doğru çıktığını gördüğünde, sizi dopaminin verdiği iyi hislerle ödüllendirir; yanlış çıktığını gördüğünde ise kortizol salgılayarak sizi alarma geçirir. Bu, iki türlü kötü hissedebileceğimiz anlamına gelir: Büyük tehlikeler öngörüp, haklı olduğunuzun kanıtlarını bularak ve büyük ödüller öngörüp haksız olduğunuzun kanıtlarını bularak. Kortizolün verdiği kötü his ortaya çıktığında, onu ortaya çıkaran düşünce döngüsünün farkına varmadığınızdan gerçek bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunuzu varsayarsınız.