Selen Servi Kuraldışı Dergi için sordu
Betül Arım, sahnede geçen bir ömür… Otuz bir yıl emek verdiği şehir tiyatroları sahnesinden, hâlâ emek verdiği hayat sahnesine geçen “bilinçli” bir yaşam işçisi. Bir kadın olarak, bu ülkede, tiyatroyu meslek edinmesi mi yoksa yıllar sonra başarılı ve yakışıklı bir oyuncunun (Mehmet Ali Alabora) annesi olarak ünlenmesi mi daha şaşırtıcı bilmiyorum.
Onunla Nil Gün’ün Çekim Yasası adlı televizyon programında tanıştık. Birkaç yıl geçti, bir dost meclisinde kitap tanıtımında karşılaştık. “Enerjinden hatırladım seni” dedi. Birbirimizden habersiz, 2011 Dünya Kadınlar Günü’ne özel bir proje için sualtında poz verdik. Sonra birlikte Mardin yollarına düştük, çocuklar için; yine özel bir projenin gönüllüleri olarak.
Hayatınızda var olduğu an, çokça olan, bir o kadar da sahneden çekilebilen bir yol arkadaşı Betül Arım. Herkes başka çağırıyor onu; Betül Abla, Betül Anne, Betülcüğüm, Betül Arım… Ben, bu ülkenin nadide çılgınlarından demeyi seçiyorum. Belki bu röportajda bu ifadenin içi dolar diye…
Türkiye’nin nadide çılgınlarındansınız? Nasıl oldu?
(Gülerek) Sonradan oldu! Küçüklüğümden beri “normal” görünen -çünkü normal olan- bir ailede büyüdüm. Sonra anormal bir aileye gelin gittim. Normalden oraya gidince benim özüm, gerçek potansiyelim ortaya çıktı. Mustafa Alabora’nın ailesi gerçekten çok özel bir aileydi. Düşünebiliyor musun, Selahattin Pınar dayısı, Melahat İçli teyzesi, annesi (Nur Hayat Hanım) Raşit Rıza’da (Raşit Rıza Samako Tiyatrosu) beş sene tiyatro yapmış. İnanılmazdı yani! Dokuz oturaklılar durumu vardı, çok eğlencelilerdi. Ben de açıldım tabii. Küçükten beri biraz isyankâr bir yanım vardı.
Önce uslu sonra asi çocuk mu oldunuz?
Evet. Çocukluğumdan az şey hatırlıyorum. Yaramaz mı uslu muydum bilmiyorum ama haksızlıklara karşı geldiğimi hatırlıyorum. Babamın tokadına rağmen susmadığım olmuştu. On iki yaşında intihara teşebbüs ettim. Baba baskısı ve dedim ki ben böyle baskıcı bir evde yaşamak istemiyorum. İnanmayacaksın fare zehri içtim. Babam bunu ölene kadar bilmedi, anneme de dört beş yıl önce söyledim. Yarım paket içtim, mektup yazdım, yattım. Sabah kalkınca, ben ölmüş olacağım, babam da vicdan azabından ölecek. Bak salaklığa bakar mısın?! Neyse iyi bir deneyimdi. Bu bana öyle müthiş bir şey oldu ki bir daha kim ne yaparsa yapsın asla kendimi öldürmem. Şunu da saptamak lazım şekerim, fare zehirleri de bozulmuş yani… Kalktığımda hafif bir safra çıkardım. Başka da bir şey olmadı. Her şey değişiyor. Zaman muhteşem ilaç… Baban da değişiyor sen de değişiyorsun, düşüncen de değişiyor. Lao Tzo der ki; “Karar, aklın durması halidir.” Kesin kararda artık aklın duruyor, artık kapalısın. Oysa hiçbir şey durmaz. Her an değişiyoruz. Kısacık bir ana bakıp karar vermek öyle yanlış ki… Hayat kısacık bir an değil, bir yolculuk.
Sürekli gelişmek… Kurslar, kitaplar… Herkes bir şeylerin peşinde koşuyor, konuşuyor. Mecbur muyuz gelişmeye? Neden bu kadar pompalanıyor?
Canımın içi, pompalanıyor çünkü bu da bir ticaret fakat iyi ki bu oluyor. Uyuyanlar uyandırılıyor. Mesela Secret’dan bahsedelim. Secret benim sevmediğim bir kitap. Özü doğru ama yazılış biçimi… Çok maddi boyutta ele almış her şeyi ama popüler hale getirdi düşünce gücünü. İnsanlar bunu düşünmeye başladı. Ömür boyu fikri olmayacak insanların fikri oldu. Araştırmaya başladılar. Aydınlanma ne biliyor musun? O bir anda olur. Dünyanın en cahil insanı olabilirsin, hiç okumamış olabilirsin, bu konularla hiç ilgin olmayabilir. Herkes için geçerli olmuyor. Kimi de böyle bir yolculuğa çıkınca aydınlanıyor. Hem tetikliyor hem besliyor. Ben örneğin her yere giderim, herkesi dinlerim. O kişinin kişiliği de beni ilgilendirmez, alacağım neyse alırım ve yoluma devam ederim. İnsanlar anlatan kişiyle özdeşleşmek istiyorlar. Bu tiyatroda da böyle… O insanın anlattığı ile bir olmasını istiyorlar. Mevlana demiş “Söylediğin yaptığın, yaptığın söylediğin.” Doğrusu budur ama öyle şeylerle karşılaştım ki. Bazı insanların söyledikleri, yazdıkları harika ama ego sorununu halledememiş. O da insan. O yüzden ben alacağımı alır, yoluma devam ederim. Yargılamam da. İnsanları yargılarsak, sevmeye zamanımız kalmaz. Ayrıca yargıladığın her enerjinin içine girersin.
Yargılamadığınız için mi etrafınızda çok genç var? Büyük bir ailesiniz siz…
Biraz geniş aileyiz. On manevi kızım, iki manevi oğlum var. İkinci manevi kızım Ankara’da okuyordu ve beni televizyondan izleyip bulmuştu. Çok içine kapanık bir kızdı. Konservatuara girmek istiyordu. Ben kendine emek veren herkesle görüşürüm. Ona da aynı şeyleri söyledim. Hiç bırakmadı peşimi, geldi. İlk yıl kazanamadı. Çok ağladı. “Kazanamadığına seneye çok sevineceksin. Bunda bir hayır vardır” dedim. Gerçekten ertesi yıl kazandı. Şu anda Amerika’da şimdi başka bir iş yapıyor ama farklı kazanımları oldu. Hayat böyle işte, sen plan yaparken başına gelenler…
Herkes biliyor. Bilmek yetiyor mu?
Aslında ne bilmek ne anlamak… Bana sorarsan ben kendimi ruhsal biri olarak tanımlıyorum. Spritüel Sosyalistim ben. Hem paylaşımcıyım hem ruhsal bir yanım var. Bir şeyin tesiri çok önemli… Bir de hayata geçirmek önemli.
Hayatı anlatan bir öz cümleniz var mı?
Var. Hayatla kavga etmek yerine onunla dans etmeyi seçiyorum. Nil’in (Nil Gün) kitabında da var bu. Nil’le tanışmamı biliyor musun? Anlatayım. Programda anlatmıştım Cine 5’te. Ben bir çocuk programı yapacaktım. Her programda da kitap dağıtıyorum. Kuraldışı’na gittim. O gün Mutluluk Kitabı yeni fırından çıkmış. Sohbet ediyoruz. Kullandığım cümleleri duyunca Nil, “Ben bunları kitapta bu cümlelerle yazdım” dedi. Kitaptan hediye etti bir tane. O günden sonra yaklaşık beş bin adet dağıtmışımdır o kitaptan. Kız kardeşimin adı Nil’dir benim. Tiyatrodaki arkadaşlarım, “Betül, devlet memuru olduğun için takma isimle sen mi yazdın?” dediler. Yıllardır ben de anlatırdım onlara. Derdim ki, dost da düşman da biziz. Bizi bizden başka engelleyen kimse yok.
Bu yolda sizi geliştiren birkaç temel olay sorsam… Sanırım biri, ilk evliliğiniz olmuş.
Yok, ilki Polyanna. Çok etkilendim okuduğumda. Oldum olası kötü düşünemem.
Polyanna da biraz saf değil mi?
Keşke hepimiz saf olabilsek. Biz saflıkla aptallığı karıştırıyoruz. Yapmamız gereken o saflığı yakalamak. Seminerlerimde bunu anlatırken diyorum ki bunu yaratabilmek için bir tek şey lazım; saf çocuk inancı. Keşke hepimiz bu yaşımızda bu inancı yakalasak. Polyanna iyi geldi bana, kendimi iyi hissettirdi. Dedikodu yapmam, yargılamam. İnsanlar çok basit şeylerle uğraşır, benim aklım almaz. Afrika’da insanlar ölürken, savaşlar sürerken; “o bunu dedi, bu kısa giydi, o bilmem ne yaptı?” Çok sığ, basit. Otuz bir sene şehir tiyatrosunda çalıştım, ilk on sene bana Polyannacılık oynama dediler. Ben de “Oynamıyorum, yapım bu” derdim. Vazgeçenler kaybedenlerdir. Ben vazgeçmedim.SAYFA-BOLUMU
Nelerden vazgeçemezsiniz?
Kötü giden evlilikten, yürütemediğim dostluktan vazgeçebilirim; emek verdiysem ve olmuyorsa… Hayallerimden, ideallerimden vazgeçmemek bahsettiğim. Sonraki on sene “Kadın gerçekten böyleymiş, oynamıyormuş” dediler. Son on sene “Nasıl böyle oluyorsun, bize de öğret” dediler. Sürüye katılmayı seçmedim. Kendim olmayı seçtim. Bunun için bedeller ödedim. Yalnız kalmayı göze aldım. Bir sürü şeyi göze aldım. Ben ve Yaradan varız. Hiç yalnız değilim. Dostlar var, çocuklarım var. Yaratılan her şeyle bir olduğumuzun farkına varınca yalnız olmadığımızı çok iyi anlarız.
Şu ilk evliliğinize dönersek…
Sekiz aylık kötü evliliğim. Bizim eve erkek sinek giremezdi. Babam subaydı ve otoriterdi. Annem de disiplinli, köşeli idi… Beni ilk sevene gittim. Sanki mecburum. İnanılmaz kıskançtı. İki kere de dayak yedim. Tiyatroda çalışmama izin vermedi. Bunu yaşamam gerekiyormuş. Hiçbir ilişkimden pişman olmadım ama bunu yaşamasam da olurmuş. Daha güzel bir konservatuar hayatı geçirebilirdim. Diğer evliliklerim. Çocuklarımın doğumu… Her okuduğum kitap, farkındalık anlarım. Yaradan’ı içimde hissettiğim an en güzel olanıydı. Çok, çok özel bir an. O deneyim… On beş sene oldu.
Aile içinde öyle ezberden tepkiler verdiğiniz oluyor mu? Çocuğunuza, gelininize…
Yok. Ben bugün öğrendiğimi yarın uygulamaya çalışırım. Çoğunlukla. Söylediğimle yaptığım birdir. Bazen “sinir bozacak kadar iyisin” eleştirisi alırım. “Senle de dedikodu yapılmıyor, konuşulmuyor” derler. Demin söyledim ya, çok sığ geliyor bana. Herkesle konuşacak bir konu bulurum. Mutlaka herkesin çok iyi yaptığı bir şey vardır. Hepimiz çok özeliz. “Hep bu kadar neşelisin, derdin yok mu?” diye sorarlar. Bir gün bir sohbette anlattığımda şaşırmışlardı. Hayat sorunlarla baş edebilme sanatı… Minnacık bir damladan bana mükemmel bir varlık armağan edildi. Ben de bu armağanla peşinen mutluyum. Organlarımızla var olduğumuzu unuttuk. Onlara uzun süreli evlilikler gibi davranıyoruz. O benim malım. Baksam da bakmasam da var. Hâlbuki öyle olmuyor, her evde bir hastalık var. Seminerlerimde anlatırım. Organlarımı tek tek severim. Dokunurum. Ellemem! Dokunurum. Sevgililer de birbirini elliyor şimdi. Dokunmayı unuttuk. Beynimi, bedenimi ve ruhumu besliyorum.
Nelerle besleniyorsunuz?
Bedenim için sağlıklı besleniyorum. Egzersiz yapıyorum; yoga, Pilates… Mutlaka haftada iki gün doğada yürüyorum. Her gün yürüyüş yapabileyim diye evimi bir korunun yanına taşıyorum şimdi. Oksijen çok önemli… Alkalik beslenmeye özen gösteriyorum. Beynim için okuyorum, öğreniyorum. Ruhum için, birinin hayatını kolaylaştırıyorum.
Seminerlerde ne yapıyorsunuz?
Seminerlerimde bütün bunları anlattıktan sonra, “Bir kâğıt alın” diyorum. “Organlarınızı yazın, karşısına da fiyatlarını yazın.” Bedava verildi ya, ondan kıymet bilmiyoruz. Bir beyaz kâğıt daha alın “Bu hayatta ben ne yapıyorum, yazın.” Hayallerini, ne yapmak istediklerini bir yana, diğer yana da bugün ne yaptıklarını yazıyorlar… Örtüşüyorsa muhteşem. Örtüşmüyorsa oturup bir daha düşünsünler.
Genelde neler çıkıyor hayallere engel?
“İşimi sevmiyorum ama yapmak zorundayım, sorumluluklarım var” diyen o kadar çok insan var ki. Bir kere onu yapmak zorundaysanız, onu sevmenin bir yolunu bulacaksınız, onu değiştirene kadar. Onu sevmen için nedenler var. Bir kere bir işin var ve ondan para kazanıyorsun. Başımıza gelen olayların yüzde doksanı olumlu, yüzde onu olumsuzdur. Bana sorarsan olumlu ya da olumsuz da yoktur. “İyi ya da kötü yoktur düşünce onu öyle yapar” demiş Shakespeare. Bir metrelik bir ip hayal etsin röportajı okuyan arkadaşlar. Şöyle değerlendirelim; sabah kalktık nefes aldık, aaa işte bir olumlu. Üzerimizde bir dam var, bir olumlu daha… ve saire ve saire. Diyelim işimiz yok, sevgilimiz yok onlar olumsuz bölüm. Bunları toplayın, olumsuzun oranı yüzde onu geçmez. Fakat biz millet olarak, yüzde doksanın ucuna gidiyoruz, sırtımızı o olumlulara dönüyoruz ve sadece yüzde onluk kısmına odaklanıyoruz. Onunla uğraşıyoruz. “Vay bunlar neden benim başıma geldi?” Şu “Neden ben?” cümlesi beni delirtir.
Neden o olmasın? Öyle değil mi?
İyiler sana da kötüler komşuya mı?! Böyle zamanların sihirli sözcüğü şudur. “Bu da geçer.” Önce bunu diyoruz sonra göbek atıyoruz. Bir düşünün bir dönem üzüldüğümüze şimdi gülebiliyoruz. O yüzden her şey geçiyor, değişiyor. Dört Anlaşma, Ustaca Sevmek, Mutluluk Kitabı ve İçimizdeki Şaman’ı okusunlar. Hepsi de ne tesadüf, Kuraldışı’nın kitabı. Ben bunları yıllardır herkese anlatırım, öneririm. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde Yaşama Sanatı dersi veriyorum. Her sene öğrencilere yedi, sekiz kitap aldırırım. Bunlar mutlaka vardır listede.
Bahşiş yerine kitap vermeye devam mı?
Tabii, tabii. Bugün kuaförde Mutluluk Kitabı’nı verdim mesela. “Okuyorsun ve okutuyorsun” dedim.
İlişkileriniz nasıldır?
Herkesi dinlerim, herkese saygı duyarım ama beni benden iyi kimse bilemez. Kimse kimseyi bilemez. Aynı yatağı otuz sene paylaştığınız insanı tanıyamazsınız. Onun için bir ilişkinin iki yarısı vardır. Ben yüzde ellisinden, bana ait kısmından sorumluyum. Ustaca Sevmek’te bu şahane anlatılır. Diğer yüzde ellilik bölüme karışırsak, bu karşı tarafı salak yerine koymaktır. Senin yerine ben düşünürüm, demek. Ona saygısızlıktır bu. Sadece kendimize düşen yarıdan sorumluyuz. Ustaca Sevmek’te Sihirli Mutfak bölümünü okusun herkes. Bir de iki buçuk yıldır Himalaya Tuzu’nu anlatıyorum. 84 yararlı mineral var, yüzyılların güneş enerjisini içinde taşıyor. Ay çok konuştum!
Çok güzel bir alıntınız vardı Eflatun’dan…
“Şefkatli olun çünkü herkes zor bir hayat yaşıyor.” Acımak değil. O ego barındırır. Şefkat sıcacıktır.
Düşünce gücü için birkaç şey söylemek isterseniz…
Hayal gücü, düşünce gücü ile yaratım çok önemli. Mark Twain, “Düşüncenizin gücünü keşfedin” diyor. “Az çalışın, çok para kazanın; çok çalışmak aptallıktır.” Beni yormayınız. Şimdi’nin Gücü’nü okuyunuz. Einstein diyor ki, “Hayal gücü bilgiden önemli çünkü bilgi sınırlıdır.”