Havva’ya!

 

Bilmem, bu kaçıncı sabahtır; atlas tenine hasret uyandığım. Bilmem, bu kaçıncı akşamdır; sıcak toprak buğusu kokunu teneffüs ettiğim. Bilmem, bu kaçıncı gecedir; ateş soluyan bedenine hasret yastıklara sarılarak yattığım. Bilmem, bu kaçıncı merdivendir; basamaklarında aşkına susadığım.

Biliyorum, gözün görmeyince gönlün katlandığı uzak bir yerdesin. Biliyorum, bir sabahçı kahvesinde çalan taş plaktaki şarkıdasın. Biliyorum, guruba karşı oturmuş bir çobanın kavalındaki türküdesin. Biliyorum, Boğaz’da yakamozları seyreden bir İstanbul şairinin dudaklarındaki şiirdesin. Biliyorum, Anadolu’da kına gecesi yakılan bir ağıttasın.

Yeleleri alevden al bir ata binmiş amazon edası ile sabahları işe giderken seyreyleyenlerin rüyalarından fırlamış bir prensesi andırırdın. Omuzlarındaki yükün ağırlığıyla mağdur, başarmış olmanın verdiği hafiflikle mağrurdun. Zarafetinle Artemis, güzelliğinle Afrodit, büyüleyiciliğinle Kibele, zekânla Athena gibiydin. Sen yosun tutmuş gönüllerin perisi, nasır bağlamış yüreklerin prensesi, aşkı tüketmiş ikoncanların kenar mahalle dilberiydin. Sen katran gecelerimin Mah’ı, sen divane akşamlarımın ahı, sen derbeder günlerimin vahı, sen mecnun yıllarımın eyvahı idin.

Bir deli rüzgâr esti; sen ansızın çektin, gittin. Sen gittin, denizler çekildi. Sen gittin, yıldızlar söndü; ufuklar kapandı. Sen gittin, gülistanda öten bülbüller sustu; yerinde baykuşlar tünedi. Sen gittin, nefeste ney, kadehte mey, dilde hey tükendi; ben tükendim.

Umutların vardı kâğıt gemilerden, denizlerde yüzdürdüğün. Umutların vardı renkli uçurtmalardan, gökyüzüne saldığın. Hayaller kurardın, sıcak somun tazeliğinde.  Hayaller kurardın, kardelen çiçeği beyazlığında. Biliyorum, hayallerin söndü, umutların suya düştü. Sen de bir kötüye…

Kâğıt helva bitti, perde kapandı. Havva!

Share This