R.Foulton, buharlı gemiyi icat eden biliminsanıdır. İlk buharlı gemi modeli üzerinde çalışırken, arkadaşları onu bu düşünceden vazgeçirmek için; ’Gerçekleşmesi imkansız bir çalışma, boşuna uğraşıp zamanını tüketme. Buharlı gemi yerine yelkenli gemilerin hızını ve verimini artıracak şekilde çalışırsan daha başarılı olursun.’ diye uyarıda bulunurlar.
Bu sözler üzerine Foulton ’Hayır olmaz’ der. ‘Gelişmek için dış kaynaklara dayanan bir şey beni ilgilendirmez. Güç o şeyin kendi içinden gelmeli…’
Son yazı yazdığım tarihe baktım da, iki aydır yazmamışım. Uzun bir zaman. Bu iki ay içinde kendimle, hayatımla ilgili önemli projelerimi tamamladım; beş sene önce tohumları atılan yeni hayatımın önemli projelerini. Kendim için anlamlı kararlar aldım. Çok zorlandığım anlar oldu. Bilinçaltımın sabotaj için devreye girdiği zamanlar yaşadım.
Beş senelik süreçte ve son iki aylık yoğun dönemde çok yorulduğumu itiraf etmeliyim. Hatta şu günlerde sık sık kendimi bir kumsalda hiçbir şey yapmadan güneşleniyor hayal ediyorum:)
Bu tip süreçlerin en zor yanı yukarıda da yazdığım gibi bilinçaltımızın sabotaj atakları. Beş yıllık zaman içinde ve yoğunlukla son iki ayda “ol”makla “yap”manın ne kadar iç içe olduğunu bol bol deneyimledim; hem kendi hayatımla, hem danışanlarımla, hem çevremdeki diğer insanlarla.
Okuduğumuz kitaplarla, dinlediğimiz CD’lerle, katıldığımız eğitimlerle, seminerlerle, uygulamalı yüzleştirici çalışmalarla, yaşam içindeki deneyimlerimizle bilgimizi ve farkındalığımızı sürekli artırıyoruz. Hem bilincimizi hem bilinçaltımızı hallaç pamuğu gibi atıyoruz; bazen bırakıyoruz dağınık kalıyor, bazen topluyoruz. Bu şekilde sürekli yolda olarak “ol”ma yolunda önemli çalışmalar yapıyor, önemli adımlar atıyoruz.
Azimle, istikrarla yolda olmanın önemli bir parçası farkındalık ve içselleştirme çalışmaları ile “ol”maksa, ondan da önemli parçası harekete geçmek, yani “yap”mak. Her türlü dışsal ve içsel engellemelere rağmen “yap”mak…
Foulton ne diyor?
‘Gelişmek için dış kaynaklara dayanan bir şey beni ilgilendirmez. Güç o şeyin kendi içinden gelmeli…’
Dış kaynaklar bize bilgi sunabilir, kendimizle yüzleşmemizi sağlayabilir, hatta her daim bizi motive edebilir. Bütün bunlar iyidir, güzeldir. Bizi güçlendirir. Ama, kendi kendimizle kaldığımız öyle bir an vardır ki, o anda gücün kendi içimizden gelmesi elzemdir. O an, kararımıza sahip çıkma ve adım atma anıdır, yani “yap”ma anıdır. Tüm dışsal engellemelere ve onlardan da önemlisi kendi nevrotik egomuza, ikincil çıkarlarımıza, bilinçaltı kalıplarımıza rağmen adım atma anımız.
İşte bu noktada farkındalıklarımız çok önemli. Bir adım atma anımda, kendime başka işler çıkararak, kendimi hasta ederek, ayağımı burkarak veya başka muhteşem yaratıcı! bir yöntemle kendimi sabote ediyorsam, durup, derin bir nefes alıp, kendime aşağıdaki cümleleri söyleme zamanım gelmiş demektir.
“Şu anda neler olduğunun farkındayım.
Neden olduğunun da farkındayım.
Kendime yarattığım sahte ve beni gerçek mutluluktan, doyumdan uzak tutan güvenli alanımı terk etme sancılarımı çekiyorum.
Sevgili nevrotik egom, seni seviyorum, “ben”im, “öz”üm kadar benimsin, benim bir parçamsın.
Seni kabul ediyorum.
Sadece, “ben”imin yolunda yürümek için, yaşam doyumum, mutluluğum için, şu anda benim için çok önemli olan adımı atmayı ve harekete geçmeyi seçiyorum.”
Sonrasında, “yap”manın motivasyonu “ol”mayı güçlendirir, “ol”manın gücü “yap”maları motive eder. “Ol”ma ile “Yap”ma yan yana, kol kola giden, birbirlerini destekleyen, tamamlayan ve besleyen kavramlardır. Önce “yap”ayım sonra “ol”urum ne kadar eksikse, önce “ol”ayım sonra “yap”arım da o kadar eksiktir.
“Ol”malarımızın ve “yap”malarımızın aynı anda bol olduğu bir yaşam diliyorum hepimize…
Veee, ağaçların yanıbaşında gölgelerini cömertçe sunduğu kumsallarda, kızgın kumlardan serin sulara keyifli dalışlar…