Birisinin çıkıp da başkalarına şunları söylediğini düşünelim: “Ben dünyanın en üstün insanıyım; benden temiz, benden zeki, benden iyi, benden dürüst insan yoktur. Öteki insanların hepsi pis, aptal, ahlaksız ve kötüdür.”
Pek çok kişi bu insanın psikolojik olarak dengesiz hatta akıl hastalığından mustarip olduğunu düşünecektir.
Oysa bağnaz bir konuşmacı veya narsist (özsever) bir lider kitlenin karşısına çıkıp da “BEN” yerine ulusu (ya da ırk, din, siyasal parti vb.) koyarak “BİZ” diye başlayan benzer bir konuşma yaparsa, ülkesini (ecdadını, dinini, ırkını, vb.) seven bir insan olarak övülecek, değerli bulunacaktır. Bizim ulusumuz/bizim ırkımız/bizim dinimiz/bizim mezhebimiz/ bizim milletimiz/bizim ecdadımız, bizim grubumuz vb. en üstün, en temiz, en zeki, en iyi, en dürüst, en ahlaklı olandır.
Yüceltilen topluluğun içinde yer alan her kişinin kişisel narsisizmi doğrulanacak, milyonlarca kişinin paylaştığı bu yargılar akla uygunmuş gibi görünecektir. Bir bütün olarak topluluk, varlığını sürdürebilmek için narsistik tutumlarını haklı ve erdemli tutumlar olarak gösterecektir. Ne yazık ki toplumun çoğunluğunun akla uygun olarak kabul ettiği şeyi akıl değil, toplumun onayı belirler.
“Dinsel ve siyasal açıdan fanatik olan grupların hepsi de narsisizmin bütün hastalıklı eğilimlerini taşırlar” der Erich Fromm.
“Biz” hayran olunacak durumdayızdır, “onlar” nefret edilecek durumda; “Biz” iyiyizdir, “onlar” kötü. Bizim yaptıklarımız “doğrudur”, onlarınki “yanlış.” “Bizim” inancımıza yöneltilen her türlü eleştiri, kötü niyetli ve engellenmesi/yasaklanması gereken bir saldırıdır. “Onları” eleştirmek ise gerçeği görmelerine yardım etmek için yapılan iyi niyetli bir girişimdir.
Erich Fromm’a göre insanların iki temel eğilimi vardır: yaşamseverlik (biophilia) ve ölümseverlik (necrophilia). Ne yazık ki günümüz dünyasında, özellikle geri toplumlarda yaşamseverlerin oranı, ölümseverlere göre hayli düşüktür.
Toplumlar yaşamsever oldukları oranda gelişir, uygarlaşır ve İNSANlaşır.
Ölümseverler, geçmişte yaşar. Ölümsever kişi şiddeti sever, yaşamı, yaşam enerjisini, sevgiyi yok etmeyi sever. Şiddet onun için koşulların gereği olarak başvurduğu geçici bir eylem değildir -bir yaşam biçimidir: sözel şiddet, duygusal şiddet, fiziksel şiddet, cinsel şiddet…
Onlar maçlara bile “Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik” diye giderler, sevdikleri uğruna yaşamayı değil ölmeyi/öldürmeyi göze alırlar, paraya ulaşacak güçleri yoksa öte âlemde iyi yaşamak adına bu hayatta kötü yaşamaya boyun eğerler, öte âlemde yaşayacakları haz uğruna kendilerini bu hayattaki hazlardan mahrum ederler. Hayatı hiyerarşik bir düzende algıladıkları için otoriteye biat ederler. Zaten boyunları da otorite karşısında kıldan incedir.
Ölümseverler düzenli, saplantılı ve bilgiçtir. Her şeyin en doğrusunu onlar bilir. Onların en yüce değerleri, verilen buyruklara boyun eğmek/eğdirmek, içinde yer aldıkları kurumun/örgütün düzenli bir biçimde işlemesini sağlamaktır.
Ölüm “sevgilerini” yüzeysel ya da daha zararsız biçimde belli eden birçok insan vardır. Sürekli sorunlardan, hastalıklarından, cenazelerden, ölümden, başarısızlıklardan söz eden kişiler de ölümseverdir; örf, adet, geleneklere sorgulamadan boyun eğerek, sımsıkı bağ(ım)lı olanlar da.
Erich Fromm’a göre karamsar insanlar da, çocuğunun başarısızlıklarına öfkeyle tepki veren, çocuklarını başkalarıyla kıyaslayan, onları yarış atına çeviren ebeveynler de ölümsever kategorisine giriyor. Bu ebeveyn çocuğuna zarar vermiyor hatta bunları onun iyiliği için yapıyormuş gibi görünse de aslında çoçuğunun yaşama sevincini, büyümeye, gelişmeye duyduğu inancı yavaş yavaş öldürür; sonunda çocuğuna kendi ölümseverlik eğilimini aşılar.
Geçmişiyle hesaplaşmayan insan, gelecekten ve değişimden korkar. Bu nedenle geleceğini garanti altına almak için çabalar durur. Zihni korkularla dolu olduğu için korktuğu şeye tutkusu vardır, ölmeye ve öldürmeye dair cinayet, korku, şiddet dolu film ya da dizilere ilgi duyar. Her şeyi aynen olduğu gibi “muhafaza etmek” ve nesneleri (parayı, mülkü, önem verdiği nesneleri, hatta nesne gibi gördüğü insanları) “biriktirmek” ister.
Yaşamaktan korkan ölümsever, ölmekten de ölesiye korkar. Düşüncelerden korkar, düşünen insanlardan korkar, duygulardan korkar, yeni olandan korkar, alışık olunmayan her türlü davranıştan korkar, yaşam sevincinden korkar, hazdan korkar. Haz onun için suçluluk ve utanç kaynağıdır.
Her türlü dogma, ölü düşüncelerden oluşur. Sorgulanmadan kabul edilen hatta sorgulanması tabu ya da günah olan inançlar da dogmadır, Oysa yeni düşünce canlıdır, yaratıcıdır. Yeni olandan korkan ölümsever kişi, canlı düşünceden korkar, ölü düşünceler doğrultusunda varlığını sürdürmeye çalışır.
Ölümseverler hiç durmadan hayatı denetleme, sabitleme yani kesinlik peşinde koşar. Ne var ki yaşam hiçbir zaman kesin, önceden belirlenebilen, denetlenebilen bir şey değildir. Denetlenebilir kılmak için yaşamı ölüme dönüştürmek gerekir. Gerçekten de yaşamda kesin olan tek şey ölümdür.
Öl ve Öldür
Ölümsever kişi yaşayan canlının (insan, hayvan, doğa) yaşama hakkına saygı duymaz. Özellikle kutsal soslarla bezenmiş olarak gelen ölüm, şehitlik gibi dinsel mertebelerle yüceltilir hatta teşvik edilir. Hayvanların katledilmesiyle sevap kazanılır. Rant uğruna doğa katledilir.
Cinsel taciz, tecavüz, ensest, hayvanlarla seks gibi eylemlerde bulunan kişiler DAİMA ölümseverlerden çıkar. Cinsel şiddete maruz kalan kişilerin yaşadıkları travma, onların duygularını ve geleceklerini öldürmüş olmak, ölümseverin hiç mi hiç umurunda değildir. Çünkü bir ölümseverin mottosu “öl ve öldür” dür.
Ölmek ve öldürmek illa fiziksel olmak zorunda değildir elbette. Yeni düşünceler de tehlikeli bulunduğu için öldürülmelidir, duygular öldürülmelidir. Yaşam sevincini, neşeyi, sevgiyi, hazzı yansıtan duyguları göstermek ayıp ya da günahtır. Örneğin, toplum içinde kahkaha atarak gülmek ayıptır ama asık suratlı olmak ciddiyetin göstergesidir.
Ölümsever kişi bir filmde sevgiyle öpüşen çifti bile ahlaksız bulur ve bu tür sahnelerde ya kanal değiştirir ya sansürlenmesini ister ama vurdulu kırdılı, bol cinayetli, kanlı filmlerin gösterilmesinde çocuklar ve kendisi için bir sakınca yoktur.
Ölümsever kişiler cinselliğe ayıp, günah, kötü olarak bakar. Onlar için cinsellik, mekanik bir davranıştır. Karşı taraf da kullanılan bir nesnedir. Bu kişiler kızlı- erkekli olmaktan da korkar. Zira o çok korktukları ve namus ölçülerinin parametresi olan cinsellik hiç akıllarından çıkmaz. Bu kişi bir saç telinden de tahrik olabilir, bir el sıkışmasından da.
Yaşa ve Yaşat
Yaşamseverliğin özünde yaşam sevgisi yatar. İnsan cinsinin yaşam kaynağı olan kaynaşma gereksinmesinin özünü dişil-eril, yin-yang, kadın-erkek kutuplaşması oluşturur. Doğanın insana en yoğun zevki ve yaratıcılığı bu iki kutbun kaynaşmasında tattırmasının nedeni budur. Biyolojik açıdan bu kaynaşmanın sonunda yeni bir canlı yaratılır. Psikolojik açıdan bu kaynaşma yaratıcılığın hazzını ortaya çıkarır. Zihinsel açıdan bu kaynaşma yaratıcı fikirlerin hayata geçirilmesini sağlar. Ruhsal açıdan bu kaynaşma olgunlaşmayı sağlar ve insanı Bir’lik bilincine doğru evrimleştirir.
Her insanın içinde hem dişil hem eril enerji mevcuttur. Yaşamsever kişide iki kutup da aktiftir ve kaynaşmıştır.
Ölümseverlerde bu yaratıcı kutuplaşmanın yerini yok eden-yok edilen kutuplaşması alır.
Yaşamsever kişinin yaşam felsefesi “Yaşa ve Yaşat”tır.
Yaşamseverlik merak duygusu ve yaratıcılıktan beslenir. Yaşamı tümüyle seven bir kişi yaşam sürecine, her alandaki gelişmeye ilgi duyar. Yaşamla ilgili her şeyi merak eder. Elindekileri öylece tutmaktansa onlarla bir şeyler kurup yaratmayı yeğler. Her şeye şaşırarak bakabilme gücü vardır onda. İnsanları cansız nesnelermiş gibi şiddet kullanarak, bölerek, parçalayarak değil sevgisiyle, aklıyla ve kendi kişiliğiyle etkilemek, biçimlendirmek ister.
Yaratamayan insan yok eder: Özgürlüğü yok eder; sorumluluğu yok eder. Suçlama ve mazeretin ardına saklanır.
Neden mi ölümsever ve hastalıklı narsist insan yapısını böylesine anlatmaya çalıştık? Hiçbir şey yaratamamış, ancak siyasal, dinsel, ideolojik örgütlerin militanları olarak kimlik bulmaya çalışan robot insanların, düşünen ve üreten insanlara, masum insanlara çektiği tetiklerin sayısı hızla artış gösteriyor da ondan. Bunlar, ölümseverlerin “çürüme belirtileri.”
“Gelişme belirtileri” ise ölüm sevgisine karşı yaşam sevgisini, narsisizme karşı insan sevgisini, bağımlılığa karşı bağımsızlığı, güdülmeye karşı bireysel inisiyatif alabilme yeteneğini kapsıyor.
İnsanlık kendisini yok ederse bu, insan yüreğinin doğuştan kötü olmasından değil, gerçekçi seçeneklerin ve bunların getireceği sonuçların farkına varmamasından olacaktır.
Bu yazı Nil Gün’ün 1989 yılında bir gazetede yazdığı köşe yazılarından oluşan Kuraldışı ve Ötesi başlıklı kitabından güncellenerek yazılmıştır.