Onu yetmişli yıllarda San Francisco’da genç yeteneklerin çıktığı bir komedi kulübünde izlemiştim ve enerjisine bayılmıştım. Bu, Mork’un nanu nanusundan çok önceydi.
Robin Williams, filmlerini izleyen herkesin hayata bakış açısında iz bırakan bir insan/ komedyen/ aktör idi.
Para, güç, konum, şöhret mutluluğun gerçek kaynağı değil işte.
Çocukluk döneminde “kendimiz olarak” sevilirsek sevmeyi öğreniriz. Yetişkinlikte ise bu kendimizi sevmenin aynadaki yansıması olarak başkaları dediğimiz aynalarımızı sevmenin pratiğini yapma imkânı buluruz.
Çocuklukta yeterince sevilmemişsek yetişkinlikte hep sevilmenin peşinden koşarız… Sevmeyi bilmediğimiz için sevilerek sevmeyi öğrenmek isteriz. Oysa bu çeşit öğrenme çocukluk dönemine aittir; yetişkinlik dönemine değil. Yetişkinlikte ne kadar çok sevilirsek sevilelim, bu sevilme, hayran olunma milyonlarca kişi tarafından bile olsa bize sevme yetisini kazandırmıyor… Kazandıramıyor.
Yetişkinlikte ancak severek sevmeyi öğrenebiliriz.
Sevilme, onay ve kabul görme açlığı ile değersizlik duygusu doğrudan bağlantılıdır.
İnsanlar kanser hastalığını “doğal” kabul ediyor ve kanser hastalığı geçiren kişinin yanında duruyor ama çoğu kişi ne depresyonu ne de manik depresyon denilen bipolar hastalığını anlayabiliyor. Hatta depresyon geçiren kişi, çoğu insanın gıpta ettiği yaşam koşullarına sahipse ancak kişi intihar ederek öldükten sonra depresyonun derinliğinin farkına varıyor.
Manik depresyon hastalığı geçiren kişilerin çoğu yaratıcıdır. Sanat ve eğlence dünyasında en çok yaratım ve üretim bu kişilerin mani döneminde olur. Mani döneminde enerji tavandır. Bu kişiler kendilerini çok önemli, eşsiz benzersiz, çok değerli hisseder.
Elde edilen şan şöhret bedelle gelir. Evinden dışarı adım attığın her an medyanın ve insanların yoğun ilgisi altında olmanın ağırlığını taşımak zordur. Bu kez de bu ilgiyi hak etmediğine inanır. İlgiden rahatsızlık duyar. Şöhreti kaybederse de bu kez hiç ilgi görmemenin acısını ve eski şaşaalı günlerinde canım cicim diyenlerin onu görmezden gelmesinin derin hayal kırıklığını yaşar.
Mani dönemi ne kadar yoğunsa depresyon dönemi de o kadar ağır olur. Her doğal olmayan çıkışın aynı yoğunlukta bir inişi olması kaçınılmazdır. Depresyon döneminde ise kendisini önemsiz, değersiz, bir hiç olarak algılar.
Bir insanın ne kadar mutlu görünürse görünsün içinde ne kadar acı çektiğini bilemezsiniz. Herkesi güldüren palyaçoların maskelerinin ardında ağlayan bir surat vardır. Çoğu zaman en hüzünlü insanlar, insanları güldürerek para kazanan, esprilerinin ardına sığınan komedyenlerdir. İngiliz Psikiyatri derneğinin bir araştırmasına göre komedyenler, nüfusun genelinden daha fazla psikotik özelliğe sahipler. En iyi komedyenler, aktörler, aktrisler, müzisyenler, şarkıcılar, oyuncular “yaralı çocuk”lardır. Uzağa gitmeye bile gerek yok… Şöyle bir bakın yakın tarihe… En ünlü, en etkileyici sanat ve eğlence dünyası üyeleri uyuşturucu kullanımı ya da intihar yoluyla aramızdan ayrıldı. Bu insanların ölüm nedeni aşırı kullanılan reçeteli hap, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi görünse de, yasal ya da yasadışı uyuşturucular aslında kendilerini kötü hissettiren duygularını hissetmemek, depresyonlarını atlatmak için başvurdukları “çare” idi.
Marilyn Monroe, Elvis Presley, Ernest Hemingway, Janis Joplin, Kurt Cobain, Michael Jackson, Amy Winehouse ve daha saymakla bitmeyecek nice sıra dışı insan. Bu insanlar sanatlarıyla, yaratıcılıklarıyla, yetenekleriyle bize çok şey verdi. Mani dönemlerindeki yaratıcı süreçte geçici olarak kendilerini yiyip bitiren içsel canavarlarından bir süreliğine özgürleştiler. Onların iç dünyalarında neler olup bittiğini asla bilemeyiz. Biz onları sadece bize sunduklarıyla tanımlıyorduk.
Herkesin sevmesi yetmiyor kendini sevmeye.
İnsanların kalabalık içindeki derin yalnızlığının yoğun acısının medikal adıdır depresyon. Evet, beyinde biyokimyasal dengesizlik oluşabilir ama bu depresyonun sonucudur; nedeni değil. Beyin kimyamız ruh halimize göre her an değişiklik gösterir.
Manik depresyon ”yaptığı” eserler dünya tarafından takdir edilse bile “olduğu” kendisini bir türlü sevememenin, kabul edememenin, değersizlik duygusunun, “Her şeye sahibim ama yine de bir hiçim” hastalığının adıdır. Mani ve depresyon çalkantısı içinde gidip gelen insanlar genellikle erken yaşta ya intiharla ya kazayla ya da aşırı dozda uyuşturucu kullanımı ile ölüyorlar. Bu adeta bir kader.
Bu insanların bazıları günümüzde bipolar teşhisi ile verilen antidepresan ilaçları almayı reddediyor. Çünkü bu ilaçlar yaratıcı süreçlerine de ket vuruyor. Sanatçıların çoğu depresyon dönemine girdiklerinde kendilerini yasal veya yasadışı uyuşturucu ve uyarıcılar kullanarak “iyi hissetmeye” çalışıyorlar. Ama asla yaratıcı süreçteki canlılıklarını hissedemiyorlar. Uyuşturucular, derin travmalarını aşmalarına yardımcı olamıyor. Acıdan kaçmak için kullandıkları alkol ve uyuşturucular, derin çocukluk yaralarına merhem olamıyor.
Ölümlerinden sonra onları uyuşturucu bağımlısı, alkolik diye damgalamak ne kolay oluyor. Onlar uyuşturucu yüzünden ölmedi. Acılarını artık uyuşturucular bile uyuşturamadığı için hayatlarına son verdiler.
Kişinin hissettiği acı, acıyla baş edebilme yetisinin önüne geçtiğinde intihar, acıdan kurtulmanın bir yolu haline geliyor.