Demirler büyümez, demirler zamanla paslanır. Zincirler paslandığında paniğe kapılıp çığlık atarak rahatlatırlar kendilerini ve genellikle duymazdan gelinirler. Oval bir plastik ise, hamal olduğunu zanneden cankurtarandır. Bu varoluşçu sebeplerin yanı sıra, sıkı gözlemcidir onlar yılların verdiği deneyimle. Anlatacak milyonlarca hikâyesi vardır ustalarımızın. O kaskatı demirlerin içine işlemiş hikâyeler…
Biz de, biraz kendinden bahsetsin, hikâyesini anlatsın diye başımızı ona çeviriyoruz. Bir süre bekliyoruz. Biraz daha bekliyoruz. Hep pas diye sözü zincire bırakıyor.
Zincir zaten anlatmakta.
“Salıncağı ilk kurduğumuzda bu kadar talep göreceğini bilmiyorduk; zira amacımız kendi aramızda, birkaç canı sıkılan ve bazen konuşmak isterken susması belletilmiş; susmak isterken konuşmaya zorlanmış; havaya kalkan bir parmağı ve o parmağa eşlik edecek sözü olmadığında bunu yüzüne vurmak isteyen birtakım duygu cahili öğretmenleri nedeniyle konuşsun diye tahtaya -bir de üstüne tahtaya kadar- kaldırılmış; ama ne bunlara ne de daha nicelerine gıcır gıcır zamanlarında da paslı yaşlarında da anlam veremeyecek olan sıkı yönetim esirlerinin yüzünü güldürmekti.”
“Konudan önlenemez bir şekilde zincirleme olarak uzaklaştın” diyor sert bir sesle Demir. Donakalmışların sessizliğini fırsat bilip söze giriyor: “Her zamanki gibi kalabalık. Kumlar havalara saçılmakta. Büyük kahkahalar eşliğinde sıradan bir gün. Komşu bankta oturan büyükler; büyüklerin sahip olduğu küçükler; simitçiler ve mutlaka bir baloncu; dili olsa Darwin Teorisinin gerçekliğini sonuna kadar tüm kökleriyle haykıracak bir bilge ve kaçınılmaz olarak bilgeye tırmanan küçük ortalar… İki kız koşuyor bize doğru. Kapıyorlar salıncağımızı; önce usulca, ardından hızlanarak, büyüklerin stabil endişeleri içinde daha da hızlanarak… Eşitler eğlenmekteler. Biri kırmızı pantolonlu diğeri sarı yün etekli. Kırmızı Pantolon yavaşlamaya başlıyor, salıncaktan inmek üzere, Sarı Etek de yavaşlıyor onunla eşzamanlı fakat inmek istemiyor. Sarı Etekle beraber öğreniyoruz, eşitlik çekilince tadımızın kaçtığını ve bizim yolumuzun devamını tercihlerimizin çizeceğini. Bu hepimizde kısa bir duraksama ve uzaklara bakma anı yaratıyor.”
Plastik kendini tutamayıp patlatıyor osu….. kahkahayı! Sataşıyor Demire, “Sorumluluklar olunca felsefeye vakit kalmıyor da, adaletsizliği de öğrendiniz mi acaba merak ettim?”
Demir bütün bunlar hiç olmamışçasına soğuk bir ifadeyle devam ediyor ve Plastik alışmanın ne denli ayık bir uyutucu olduğunu öğreniyor bu vesileyle.
“Sarı Etek kısa bir duraksamanın ardından salıncakta kalma tercihini kullanıyor; hızlanmak üzere hız alıyor ve hiç formülleştirilmemiş buluşuyla yolunu zamanına bölerse hızının ne olması gerektiğini hesaplamayı öğreniyor. Bir kere daha hız alıyor, kafasını kaldırıyor, aldığı hıza karşı gelen bir yavaşlama… Kesik kesik görüntü… Kırmızı Pantolon salıncaktan inmişliğin ivmesiyle yoluna bakmış; hızını almış; Sarı Eteğin önüne doğru koşuyor. Belki de geçebileceğini sanıyor, belki de yetişebilir; çarpmayı göze alarak zafer adına koşma heyecanını yaşatsa sahipleri, korkak olmazdı bu kadar kim bilir, onun neye dönüştüğünü bilmiyoruz. E haliyle halihazırda çocuğunu göz hapsinde tutan büyük tarafından es geçilmiyor bu an. Ani bir fırlayışla salıncağa koşuyor. Sarı Eteğin büyüğü de durumu anlıyor, o da hareketleniyor, daha sakin ama… Bence olması gerektiği gibi. Her neyse.
“Çarpanın önüne atlayıp çocuğunu almak yerine, dehasını kullanıp kendi küçüğüyle birlikte bu kazadan sıyrık almadan kurtulmak derdinin açığa çıkardığı; bencillik bataklığında köklenmiş hayatta kalma içgüdüsüne tutunan inançlı büyük, zaten durumdan dolayı yavaşlamak için ayaklarını kuma değdirmeye çalışan Sarı Eteğin zincirinden tutuyor. Bu başarıyla güç alıp iyice bir savuruyor. Sarı Etek bana doğru hesaplayamayacağı bir hızla savruluyor. İçim sızlıyor. Sarsılıyorum açıkçası. Anneannesi koşuyor ve seyretmeye doyamayan büyükler küçükler… Diz, dizi dizi, dizini çarpmış, bayılmadı bayılmadı, yok yok ağlamıyor, ağlamıyor. Sanırım bu saçmalığa daha fazla katlanamayıp ‘İyiyim’ diyor, ‘İyiyim, iyi.’ Anneannesi, kazadan burnu bile kanamadan kurtulan mucize çocuğun kahraman annesiyle tartışıyor.
“Tüm bu kaos içinde yırtılmış Sarı Etekle mucize Kırmızı Pantolon göz göze geliyorlar. Gülümsüyor Sarı Etek. Şaşkın ama gülümsüyor Kırmızı Pantolon. Bir daha görüşmemek üzere…
“Tadı kaçan kahraman kadın alıp daha güvenli bir alana yerleştiriyor kobayını.
“Tonton anneanne orada olmayan ipek saçlı anneyle neşeli babanın da sevgisini dizine sarıp yırtık Sarı Eteğin elinden tutuyor. Gitmek için ayaklanırken bana tutunuyor. Eline bakıyor, pasımla çizdiğim avuç içine, avucunun içinde görüyor salıncakların demirine çarpma tablosunu…”
Hepimiz susmuş dinliyoruz. Demir gülümser mi, gülümsüyor.
“Herhalde okula başlamıştır bir süre sonra, sevmese bile kolay ezberlemiştir çarpım tablosunu da. Belki sırf o günden dolayı din derslerinden kovulmuştur gülümsediğinden. Dilerim Plastiğe acımaz da salıncağa binmeye devam….”
“Aaa içim sıkıldı!” diyerek atılmasaydı Plastik, Zincirin de çığlığıyla melodramın iyice dibine dalacaktık. Hepimiz ayıldık. Gülüştük. Durduk. Düşündük. Sabaha yakın okul öncesi küçükleri görünmeye başladı. Bir şeyler öğrenmeden önce parka gelip bir şeyleri bilmek için. Henüz bunu bilmeseler de… diyerek bitirdi kompozisyonunu Sarı Etek. Notlar açıklandı. İyi yada kötü aldı. Neticede bunun üstüne pek de konuşulmadı. Genellikle konuşulması gereken şeyler üzerine konuşulmazdı. Öğretmenleri tahtaya yeni konuyu tebeşirlerken bütün sınıf salıncakta oynayanlara bakıp özgürlük zilinin çalmasını beklemekteydi. Tüm çarpma ihtimallerine karşı.