Çok çok uzun bir aradan sonra, tekrar kalemi elime alıp, ruhumu sizlere yansıtmak gerçekten harika bir duygu.
Uzun bir süredir, herşeyden elimi, ayağımı çekmiş durumdaydım. ‘Nerelerdesin?’ diye soranlara; ‘Dünya bana dar geldi, kendimi sığdıracak başka bir gezegen arıyorum,’ diye yanıt verdim hep.
Peki buldum mu o gezegeni? Hayır, bulamadım ama çok daha iyisini yaptım. Ruhumu, kilitlediğim o karanlık odadan, özgürlüğe saldım. Maviliklere…
Ruhum şimdi her bakışta, gülüşte, öpüşte, bulunduğum her yerde, hissettiğim tüm duygularda, ayrı bir gezegende. Gönlünce geziyor; çünkü o artık özgür. Ona sınırlar koymuyorum ve onu yönetmiyorum. Aksine o beni yönetiyor.
Bu kayboluş (belki de kendini bulma) döneminde neler yaptım:
İnsanlara kendimi anlatmaya çalıştım, olmadı. Hayallerimden bahsettim inanmadılar. Hobilerime güldüler. Onlara kendimi ifade etmeye çalışırken yoruldum. Zamanla vazgeçtim hayallerimden, hobilerimden.
Gülüşümü eleştirdiler, kulak tırmaladığını söylediler, kendilerince ‘görgü kuralı’ öğretmeye çalıştılar (kendilerinin görüp görmediğini ben de bilmiyorum).
Beni susturdular, kendileri gülmeye başladılar. Meğer dertleri kendi gülüşlerini duyurmakmış. Birlikte gülsek olmuyormuş.
Duygularımı eleştirdiler, sevgilerime inanmadılar. Beni tereddütler denizine attılar. Allahtan yüzme biliyordum. Boğulmadım… Ama ıslandım.
Yaptığım şeyleri yasak, yanlış, günah diye yargıladılar. İnadına yasakları deldim, yanlışları denedim. Buna da cesaret adını verdim.
Tüm korku ve kuşkulara rağmen harekete geçmeyi cesaret diye bilirken ben; cesaretin aslında hnarekete geçtikten sonra olacakları göze almak olduğunu öğrendim.
Etrafımdaki negatif enerjilere o kadar konsantre olmuştum ki onları değiştirmeyi, yok etmeyi o kadar istedim ki bu sürede etrafımdaki pozitif enerjileri kaçırdım.
Ben insanlara ‘yaşam sevinci’ aşılamaya çalışırken, kendi yaşam sevincimden olmuşum meğer.
Hayatımda büyük değişiklikler yaşadım. İlişkilerimden, arkadaşlarıma ve evime kadar herşey değişti. Bazıları öyle olması gerektiği için, bazılarıysa öyle istediğimden. Yenilere alışmayı reddetsem de, aslında hep hayallarimi süsleyen şeylerdiler. Yenileri hayal ederken bile, sımsıkı sarılmışım eskilere.
Yorgunluklar yaşadım, önce beden sonra ruh yoruldu.
Çareler aradım sonra karanlığıma, mutsuzluğuma. Zorla gülmeyi denedim olmadı, ağlamaksa içimi boşaltmadı. Manik depresif rüyalarla avuttum kendimi (!). Birgün bir kitapta umut aradım, öbür gün bir başkasında.
Günler birbirinin fotokobisi gibi geçerken, kendimce bir savaşta buldum kendimi. Bunu farkettiğim an, kırdım ruhumun kelepçelerini.
Evet, kilit kelime ‘savaş’ tı.
Peki niye kendimi savaşa sokmuştum ki?…
Düşman kimdi?…
Dünya savaşlarla çalkalanırken, çok yakınımızda suçsuz insanlar, hatta bebekler acımasızca öldürülürken bile geride kalanlar bir şekilde hayatına devam etmiyor muydu? Onlar bile edebiliyordu da, ben nasıl devam edemiyordum? Bu sorularla kendime geldiğimde, hem kendimden, hem de derdimden utandım.
Sonra şükretme süreci başladı. Her şükran, başka bir farkındalık yaşattı bana; harika bir ailem vardı, hiçbir zaman sevgi açlığı yaşamamıştım, gülüşüyle dünyamı aydınlatan ‘Savaşın çocuğu’ kollarını açmıştı bana, hayal panomdaki hayallerim bir bir gerçekleşiyordu ve başarının merdivenlerini hızla tırmanıyordum. Yani çoğu insanın özlemini duyduğu birsürü şeye sahiptim.
Ben gülmeliydim, yaşam sevincimi sımsıkı sarmalıydım, amacıma sahip çıkmalıydım, sevmeliydim, hatta bazen üzülmeliydim. Yapılanlara karşı kin beslemek benim ruhumu zehirlemekten başka işe yaramayacaktı. Daha önce etrafımdaki insanlar üzülmesin diye çok şeyi göze almış olabilirim ama göz göre göre ruhumun zehirlenmesine razı olamazdım.
‘Ben gülmezsem kim gülecek, onlar bile gülebiliyorsa ben nasıl gülmeyeyim’ dedim ve kendime geldim. Hayallerimle, umutlarımla, ruhumla geri döndüm arkadaşlar.
Yalanlarınızla, doğrularınızla, yapaylığınızla, gerçekliğinizle, dostluğunuzla, düşmanlığınızla, sahte gülüşlerinizle, içten bakışlarınızla, her halinizle kabulleniyorum sizi.
Sizi değiştirmeye ne hakkım, ne de gücüm var çünkü. Ben sizi değil, kendi görüşlerimi, kendi yaşantımı değiştirerek yeni bir sayfa açtım kendime.
Bundan sonra kuralları ben koyacağım, siz uyacaksınız; çünkü bu benim hayatım. Başrolde ben varım, siz de konuk oyuncularımsınız.
Kısacası ‘saltanat’ sona erdi dostlar. Tüm kamuoyuna duyurulur…