Hayvanları severim, özellikle de köpekleri… Kedi gibi küçücük olup sahipleri tarafından şirinlik abidesi olarak ortalarda dolaştırılanları da, neredeyse yarım insan boyunda, altın sarısı tüyleriyle “Ben buradayken sana bir şey olmaz” diyen sadakat timsali olanları da… Ama uzaktan!
Her sabah cıvıltılarıyla beni uyandıran kuşları, gece gündüz demeden mahallemizde dolaşan yabancı insanlara ortalığı yıkarcasına havlayan sokak köpeklerini, hatta bir yaz tatilinde Fethiye’de katıldığım, caretta carettaları kurtarma çalışmalarındaki yavru carettaları da hep uzaktan uzağa sevdim.
Köpeklerle sarmaş dolaş oynayan, kuşların omuzuna, başına konmasına izin veren ve hatta onları öpen, hayvan yavrularını ellerine şefkatle alan insanlara da hep hayranlıkla baktım.
Ta ki bu sabah adını Şanslı koyduğum sokak köpeklerinden biri, bana onu “sevme”yi öğretene kadar…
Sadece bahçeli evlerin olduğu, ara sokaklardan inerek denize ulaşan, sabahları horozların ötüşü ile güne günaydın diyen bir mahalledir bizimkisi.
Sabahın bir kör vaktinde sahilde yürüyüş yapan birçok insana rastlamanıza karşın ara sokaklar henüz uyanmamış olur o saatlerde.
Sokakların belli yerlerinde gruplanmıştır sokak köpekleri, her birinin hüküm sürdüğü bir bölge vardır. Bu bölgelere giren sadece yabancı insanlara değil, yabancı köpeklere de havlarlar, hatta yeri geldiğinde dişe diş göze göz kavgaya bile tutuşurlar.
Bana havlamazlar genelde, artık tanıyorlar çünkü, hatta bazen yattıkları yerden başlarını bile kaldırıp bakmıyorlar. Bütün gece havlayınca, sabaha bitkin düşüyor zaten zavallılar…
Yürüyüşümü bitirmiş, dönüş yolundayken, evimize elli metre kala çöp tenekelerinin yanında konuşlanmış bir grup köpekle karşılaştım bugün.
Nedense önümde arkamda dolanmaya başlamıştı üç köpek; yürütmüyorlardı beni. Geçenlerde bir komşumuzu sessizce arkasından gelip ısırdıklarını duyduğumdan beri biraz tedirgindim. Köpeklerden biri önümde duruyordu ve kesinlikle adım atamıyordum.
Önce kovalamaya çalıştım, bağırdım biraz, ne dediğimi bile bilmeden, korkmaya başlamıştım. Bir ara kafasını kaldırmış bana bakan köpeğin gözleriyle karşılaştım ve kızarak onu uzaklaştıramayacağımı anladım, galiba sevgiye ihtiyacı vardı.
Durdum ve kafasını okşamaya başladım. Aman, aramız daha iyiydi şimdi! Yürütmeye çalıştım benimle, tasmasından tutarak gitmiyordu, önümden de çekilmiyordu. “Kafasını okşaya okşaya eve kadar yürürüm artık” diye içimden geçirirken köpek birden yere yattı, ayaklarını havaya dikti ve karnını öylece açtı.
Tam eve doğru ilerleyip kurtuluşumu kutlayacaktım ki arkama baktım, hala yatıyordu yerde, ayakları havada, karnı açık. Anladım ki daha fazlasına ihtiyacı vardı, içim parçalandı, onu orada öylece bırakıp gidemedim…
Geri döndüm ve karnını okşamaya başladım korka korka. Köpek o kadar mutlu olmuştu ki, gözlerini kapattı, nasıl bir huzur içinde olduğunu hissedebiliyordum. Dudaklarımdan dökülen kelimeler çok ilginçtir ki “Teşekkür ederim” oldu, gözlerim dolmuştu, bana dokunmanın güzelliğini hatırlatmıştı çünkü Şanslı…
Anneme, babama, kardeşlerime, yakın arkadaşlarıma, birlikte çalıştığım çocuklara ve gençlere sarılırım hep, hatta çok huzurlu hissettiklerini söyleyerek bırakmak istemezler beni çoğu zaman.
Daha az tanıdığım insanlara, içimden geldiği halde aynı sıcaklıkta davranamadığımı farketmiştim bir süre önce ve kendimi “bir dahaki sefere” hazırlıyordum kendimce; sarılacaktım kim olursa olsun hissettiğimde.
Son zamanlarda en çok ihtiyaç duyduğum şeyin dokunulmak, dokunmak olduğunu hissediyordum içten içe. Ve biliyordum ki ihtiyaç duyduğun şeyi vermek gerekiyordu öncelikle…