İlkbahar gibi içimizin çiçeklendiği, coştuğu ve kıpırdadığı şu günlerde hepimizin duymak istediği, duymaktan çok hoşlandığı, buna rağmen söylemekten çok korktuğu iki sihirli sözcük. Seni Seviyorum…
Kalpten ve derinden duyabilmek için bir çoğumuz defalarca yanlış duvarlara çarpmışızdır. Defalarca paramparça olan kalbimizi yerlerden toplamışızdır.
İçeriği kişiden kişiye ve oluştuğu kalbin manevi boyutuna göre değişen bir kavramdır sevgi.
Asla sahip olunan parayla, maddiyatla ya da makam ve mevkiyle ölçülemeyen tamamen ruhsal bir oluşumdur. İçsel dünyamızdaki varlığımızın, ruhumuzun gelişim düzeyine orantılı olarak sevgimizin boyutları ve düzeyi de değişir durur yaşadıkça. Kimimiz en üst boyutta seviliyoruzdur ama bilincimiz ve ruhi olgunluğumuz onu algılayacak kadar gelişmemişse sevilmiyoruz yanılgısına düşeriz.
Kimimiz öyle hızlı bir gelişim yaşamışızdır ki her gün duyduğumuz “seni seviyorum” sözünün sadece dilden döküldüğünü, kalbin derinliklerinden gelmediğini, bu tür sevginin ruhun derinliklerine işlemediğini hissediyoruzdur. Ve ister istemez yeterince sevilmediğimizi düşünüyoruzdur.
Aslında hangi boyuttan ya da hangi düzeyden olursa olsun “seni seviyorum” diyen kendi bildiği gibi, kendine yettiği gibi seviyordur.
Sadece seven ile sevilen ruhun olgunluk düzeyi birbirini tutmadığı için birbiriyle buluşamıyor ve hava da kalıyordur sevgiler.
Benim ve çevremdekilerin yaşadığı sevgilerden kendimce çıkardığım sevgi boyutlarını aktarmak istiyorum.
Önce en alt düzeyde, tamamen akıl ve bilinç dışı yaşanan sevgiden başlamak istiyorum. Ya benimsin ya toprağın, anlayışı hakimdir. Bu sevgi türü daha çok karşılıksız ve tek taraflı yaşanır. Bencillik ve sabit fikirlilikten beslenir. Kendi kendine karşı tarafı beğenmiştir ve sevmiştir. Ölesiye sevdiği için bu yeterlidir. Karşı taraf daha ne istesin ki. Daha iyisini mi bulacaktır. Gerçekten de ölümle sonuçlanır çoğu. Erkek sevgisine karşılık bulamazsa ya benimsin ya toprağın, der ve çeker vurur kadını. Kadın sevgisine karşılık bulamazsa canına kıymakta sakınca görmez. Hem sevgilerinin büyüklüğünü kanıtlamış olurlar hem de sevgilerinin kıymetini ve büyüklüğünü anlamayanları cezalandırmış olurlar. Sevmişler midir? Evet sevmişlerdir. Ölen de öldüren de kendilerince, kendi akıllarının ve bilinçlerinin yettiğince sevmişlerdir.
Bir üst düzeye çıktığımızda tutucu, karşı tarafa söz ve yaşam hakkı tanımayan, genelde bir tarafın susturulduğu, aşırı baskıyla ruhun öldürüldüğü sevgileri görürüz… Bu sevgilerde, şeriat anlayışı hakimdir. Kadın veya erkek, onlara sorarsanız şeriatçı değillerdir. Çok modern görünürler, dış dünyalarından medeniyet akar. Ama içlerinde barınan şeriat tohumları gün geçtikçe zehirli bir sarmaşık gibi sarar ruhlarını. Ve karşı tarafı kimliğinden ve kişiliğinden edinceye kadar hatta yaşayan bir ölü haline getirinceye kadar sürer baskıları. Dırdırları ve mızmızlıkları hiç bitmez. Canınıza kadar verirsiniz ama yine de yetmez. Aç değilsen açıkta da değilsen sorun nedir ki. Nefes alıp vermek yetmez midir yaşamak için? Ayrılığa da yer yoktur böylelerinin sevgi anlayışlarında. Çoğu zaman bir taraf susar ve kendisi olmaktan vazgeçer. Susturan sever, ama susan sevmekten vazgeçer. Ya bir tarafın ruhu ölmüş ve sevgisi bitmiş bir halde beraberlik sürer . Ya da ruhunu öldürmek istemeyen çekip gider. Sevmişler midir? Evet sevmişlerdir. Susan da susturan da kendince, kendi akıllarının ve bilinçlerinin yettiğince sevmişlerdir.
Biraz daha üst düzeye çıkalım ve biraz daha farklı bir sevgi türüne bakalım. Sevgi ve acımanın birbirine karıştırıldığı, aşırı duygusallıktan akıl gözünün kör olduğu bir sevgi türüdür bu. Bir taraf diğerine duygu sömürüsü yaparak, acındırarak kendini sevdirmeye çalışır. Sevilecek nitelikte bir insan olmak için hiç bir çaba harcamaz. Hata üzerine hatalar yapar. Hatalarının sorumluluğunu hep başkalarına yükler. Kendini kurban gibi gösterip ağlayıp sızlar. Yakalamıştır karşısındakini en zayıf noktasından. Sömürür, uyuşturur hatta ayakta uyutur, hastalıklı sevgisini bir güzel yutturur. Bir tarafın aptallık derecesine varan duygusallığı ve emeğiyle yürür bu sevgi. Diğer taraf bencilce yaşar hayatı, seviyorum dediği kişi için kılını bile kıpırdatmaz ve asla acımaz karşısındakine. Bazen bu tatlı uyku bir ömür sürer bazen de Tanrı büyük bir darbeyle uyandırır zarar gören tarafı. Sevmişler midir? Evet sevmişlerdir. Uyuyan da uyutan da kendince, kendi akıllarının ve bilinçlerinin yettiğince sevmişlerdir.
En yüksek düzeyde yaşanan sevgi ise koşulsuz sevgidir. Sevgilerin en yücesi, en tanrısalı, en az bulunanı, sevdikçe insanı değiştiren, dönüştüren bilinçli bir sevgi halidir bu.
İçinde çıkar, bencillik, ikiyüzlülük, politika asla barındırmaz.
Bağımlılığa, pazarlığa, hesaba kitaba asla yer yoktur. Kalpten bağlı olmak yeterlidir.
Karşısındakini olduğu gibi kabullenir. Varlığında barındırdığı tükenmez sevgi kaynağını koşulsuzca sunar. Aslolan sevmektir. Sevgiyi vermenin büyük hazzıyla doyulur.
O koşulsuz sevgi kaynağından içebilecek ve beslenebilecek bilinçteyse karşı taraf, mükemmel sevgi ve beraberliğe ulaşılır.
Konuşmadan anlaşılır. Özden ve içsel güçlü bir bağ oluşur. Sevgi nedensiz ve koşulsuz olduğunda bir kimsenin başına gelebilecek en muhteşem şeydir. Koşulsuz sevdiğinizde ya da koşulsuz sevildiğinizin farkında olduğunuzda ışığa ve sevgiye dönüşümünüz başlamıştır.
İçinde bulunduğumuz aşk ve sevgi mevsimini iyi değerlendirmenizi ve hakettiğiniz sevgiyi evrenden istemenizi diliyorum.
Kendinizi sevgilerin en yücesine açmak için hazırlıklara başlayın.
Koşulsuz sevmeyi öğrenin ki koşulsuz sevilin.
Siz gerçek anlamda koşulsuz sevme yüceliğine eriştiğinizde gökte aradığınız sevgiyi yerde bulacağınıza emin olun.
Marc Victor Hansen’ in dediği gibi “Siz neye hazırsanız, o da sizin için hazırdır”.