“Seni seviyorum” sözcüğünün derin açılımında “Sana güven duyuyorum, senin yanında kendim olabilmenin, yargılanmadan kendimi olduğu gibi ifade edebilmenin, yüksek sesle düşünebilmenin özgürlüğünü ve hafifliğini yaşıyorum” mesajı vardır.
Sevgi, özümüzün ana maddesi olmasına rağmen, ortaya kendiliğinden çıkmaz. Çıkışı belli bir bilinç seviyesine ulaşmakla olur. Tıpkı, tek hücrenin döllenmesinden oluşan bebeğin doğması için ana rahminde büyüyüp gelişerek dünyaya gelmeye, hayata etkin biçimde katılmaya “hazır” hale gelmesi gibi.
Sevgi bir bilinç boyutunun duygusal boyuttaki ifadesidir. Aşk ilişkisini gerçek ilişkiye dönüştürmesinin yanı sıra, dostluk ilişkisinin de temelini oluşturur sevgi.
Şimdi sizinle Kuraldışı ve Ötesi kitabımdan Sevgi başlıklı yazımın bir bölümünü paylaşmak istiyorum.
“Sevgi, insan duygularının en yüce ve en nadir olanıdır. Aşkta ne kadar heyecan varsa, sevgide artı olarak dinginlik vardır. Yani heyecan ve dinginlik gibi zıt duyguların harikulade bir yumağıdır sevgi. Sevme yetisi kozmik anlamda sadece sevgi duyulan kişiyle sınırlı kalmaz. Sevilen kişiye duyulan, hayatın her alanında, her boyutunda, her türlü canlı ya da cansız varlığa gösterilen saygıyı da kapsar. Sevgi denilen şey, emek sonucu, bilinçlenme sonucu, yaşanmışlıkların kazandırdığı deney birikimlerinin kişiyi olgunlaştırması sonucu ulaşılan cennettir. İçinde sevgi tomurcuğu açan insanlar için birisine bile bile kötülük yapmak, akıllarından geçirmedikleri hatta isteseler de beceremedikleri bir şeydir. İnsanı gerçek anlamda insan kılma boyutuna geçişin anahtarıdır sevgi. Diyelim ki bir kişiyi sevdiğinizi söylüyorsunuz ama diğer insanlara karşı anlayıştan yoksun olabiliyorsunuz, bazı insanları ötekileştiriyorsunuz. Bu, sevgi değildir. Bir gün gelir, o kişiye duyduğunuz sevgi nefrete çevrilebilir. Oysa gerçek anlamda sevginin zıttı yoktur.
Sevginin Olmadığı Yerde Korku Vardır
Sevgi kendi içinde bütündür. Bu nedenle kendi içinde bütünleşen insan, bütünleşme yolunda olan insan, sevginin yüksek titreşimlerini hissetmeye başlar. İnsanın kendi içinde bütünleşmesi, kendi eksik gördüğü yanlarını bilince çıkararak onları törpülemesi ile zaman içinde oluşur. Bütünleşme bir son nokta değil, bilincin sürekli yükseldiği bir gelişim yolculuğudur.
İki yarım insan, kendi eksik yönlerini birbirlerinin tamamlaması gibi koşullu beklentilerle tüketirler birbirlerini. Aslında iki taraf da kendisinde olmayan bir şeye, öbürünün sahip olduğu yanılsaması içindedir. Yani birbirlerine duydukları ihtiyacı sevgi sanırlar: ‘Sana ihtiyacım var, çünkü seni seviyorum‘ mu? Yoksa “Seni seviyorum, çünkü sana ihtiyacım var” mı?
Sevginin bir özelliği de sevilen kişiye duyulan yüzde yüz güvendir. ‘Ona güveniyorum, ama…’ diyorsanız, sadece sevdiğinizi sanıyorsunuz. Sevgi ancak saygıyla birlikte var olur. Saygının temelinde de güven yatar. Yani tam anlamıyla güven duymadığınız bir insana saygı da duyamazsınız. İnsanın kendi içinde bütünleşmesinin göstergesi güçlü bir kişiliğe ve özgüvene, özsaygıya sahip olmasıdır. Gücünün kaynağı, içindeki sevgi cevheridir; unvan, para, pul, şöhrete dayanan dış kaynaklı geçici ‘güç’ler değil.
İki bütün insan, sevgiyle, saygıyla sürdürdükleri beraberlikleriyle çoğalır, çoğaltırlar. Hem kendilerini hem birbirlerini hem de etrafındakileri. Nasıl mı çoğaltır ve çoğalır insan? Sevdiği insanın ve çevresindeki insanların belki kendilerinin farkında bile olmadığı potansiyelini görüp ortaya çıkararak, teşvik ederek, kinetik hale dönüştürerek… Hata yapmalarına izin vererek… Hatalı yönlerini törpülemesine yardımcı olarak… Birbirlerine aynalık ederek, olduğu gibi olmasına izin vererek ve koşulsuz severek… Sevginin bu geliştirici özelliği, insanı sınırsızlığa götürür. İnsan sınırsızlaştıkça özgürlük kazanır. Yani iç özgürlüğe giden yol sevgiden geçer. İç özgürlüğün kazanılması ise huzur demektir, mutluluk demektir.
Sevgi, herkesin içinde var olan, ama gizli kalmış, etrafına ego duvarı örülmüş bir cevherdir. Bu cevher kendiliğinden ortaya çıkmaz. Yaşama, risk alma ve yaratma cesaretine sahip olan insanların verdikleri emek sonucu hak ettikleri bir hazinedir sevgi.
Tanrı’ya giden yol, dinlerden değil sevgiden geçer. Sevgiyle bakmasını bilmeyen gözler, günün yirmi dört saati ibadet etseler bile, ‘cennet’ denilen o sevgi mertebesine ulaşamazlar. Sevgiye ‘ermiş’ insan, kendi tanrısallığına ulaşmıştır. Dünya insanı sevmeyi bilmiyor. Bunu görmek için dünyanın gidişatına, etrafımıza, hatta kendimize bakmamız, bireysel ve küresel boyutta insan ilişkilerini gözlemlemek yeterli. Bu tarif ettiğim sevgiye göre birbirini seven insan oranının ne olduğunu merak ediyorsunuzdur belki: Milyonda iki-üç çift. Sevgi yanılsamalarını oynamaya devam etmek de elimizde, bu oranın yükselmesine katkıda bulunmak da.
Sevgi cennetine dünyada ulaşabilmek dileğiyle.”
Not: Bu yazının yazıldığı 1988 yılından beri sevgiyi bilen çift, sevgiyi bilen insan oranının biraz arttığını düşünüyorum. Çünkü 26 yıl öncesine göre insan türünün kolektif bilinç seviyesinde dünya çapında bir tık yükselme var. Kutuplaşmaların artması ve dünya çapında değişimin daha önceki asırlarda olmadığı kadar hızlanması da bunun göstergelerinden bazıları. Spiritüel öğretiler, bilgi devriminden bilinç devrimine geçiş sürecinde 1986 yılını bilinç devriminin başlangıç yılı olarak tanımlıyor. Teknolojik gelişmeler insanı mutlu etmek bir yana daha da yalnızlaştırdı. Artık birçok insan, diğer türleri, doğayı, dolayısıyla kendisini hızla yok eden insan türünün bu gidişata son vermesi için kolektif bilincinde acilen bilinç sıçramasına ihtiyaç duyulduğunun farkında. Bunun nasıl olacağı, hangi aşamalardan geçileceği de başlı başına bir konu.