Geçen gün yedi yıldır evli bir arkadaşımdan telefon aldım. Eşi de arkadaşımdı. “Seninle dertleşmeye ihtiyacım var Nil” diyordu arkadaşım. Kendisini kahve içmeye davet ettim. İşinde başarılı, zeki ve yakışıklıydı. Eşi de kendisi gibi üniversite mezunuydu ama ev kadınlığını(!) seçmişti. Arkadaşımın işinden, çocuğundan başka düşüneceği bir de sevgilisi vardı. Sevgilisini de tanıyordum; o da eşi gibi güzel ve iyi bir insandı.
Öyleyse neden mutsuzdu?
Konuştuğumuz iki saat içinde bana duyduğu güvenle, düşünce ve duygularını açıklıkla dile getirdi. Kendisini suçladı, yargıladı. Kendisini sorumsuzlukla, dürüst olmamakla itham etti, tekrar tekrar suçladı, yargıladı.
Arkadaşım kendisiyle barışık değildi. Kendisini sevmiyordu.
İnsanların çoğu kendilerini sevmiyor. Ya sevdiklerini sanıyorlar ya da kendilerini sevmeyi bencillikle karıştırıyorlar. Kendini seven insan, olgun, özsaygılı ve özgüvenlidir.
Bencil insan, yüzeysel düşünen, çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan, kimse tarafından sevilip sayılmayan bir zavallıdır.
Sevmekte yargı yoktur. Yargı varsa sevgi yoktur. Ama insana bak! Kendisi hakkındaki yargılarına bak! Saçının şeklini beğenmez. Bedeninin biçimini beğenmez. Alışkanlıklarını beğenmez. İşini beğenmez. Düşüncelerini beğenmez. Hep onaylanmak ister.
Onaylanmanın temeli, kendisini başkalarına beğendirme, sevdirme çabasıdır. Temel ihtiyacı olan sevgiyi alabilmek için kendi düşündüklerini, hissettiklerini yaşayamaz.
Olmak istediğini değil, sevgisini almak istediği kişinin istekleri doğrultusunda yaşar. Başkalarının kendisinde görmek istediğini sandığı maskelerle dolaşır durur.
Bir çocuk “özgürdür.” İçinden geldiğince davranır. Ne suçluluk -duygusu- duyar ne de yanlış anlaşılmaktan korkar. Bir bebek dünyanın en güçlü varlığıdır. İhtiyaçlarına anında cevap verilir. Annesinin yorgunluğu, babasının yarınki önemli iş toplantısı onu ilgilendirmez. Altı ıslak, karnı aç olduğu zaman, gecenin üçü de olsa basar yaygarayı. “Saat gecenin üçü, bu saate onları uyandırırsam beni sevmeyebilirler, sabahı bekleyip onları memnun edeyim” demez. O dünyanın merkezidir. Sevgi ve ilgi de doğal hakkıdır.
İnsanın bir türlü çocukluktan kurtulup vazgeçemediği işte bu merkez olma arzusudur. Ne kadar çok kişi tarafından onaylanırsa o kadar merkez olduğunu sanır.
Onaylanma tutkusu, toplum sürüsünü oluşturur.
Bireysellikten gittikçe uzaklaşan insan, topluma uyma (onaylanma) çabası içinde benliğini gittikçe yitirir. Ama bireysellik insanın özünde vardır.
İnsan kaybettiği bireyselliğini tekrar kazanma çabası içinde bir takım ilgi çekme yöntemlerine başvurur: unvan, şöhret, para, frapan giyim, mahallede en iyi fal bakan ya da en lezzetli kurabiyeyi pişiren kadın, arkadaşları arasında en çapkın erkek olarak tanınmak vb.
Hem onaylanarak hem de ilgi çekerek gereksinimlerini karşılayabileceğine inanan insan, yıllar geçtikçe bir de bakıyor ki giydiği maskelerin sayısı çoğalmış, kalınlaşmış ve vazgeçilemeyen “ben”ler haline dönüşmüş. Artık bu değişik “ben”ler içinde kim olduğunu bulamamakta.
“Ben kimim, neyim?” sorusu aklına geldiğinde panik içinde, mutsuz ve yapayalnız. Yani başından beri kaçtığı kavramlarla burun buruna.
Kendisini tanıyamayan insan, tanımadığı bu kişiyi nasıl sevebilsin?
Kendisini sevmeyen insan başkalarını da sevemez; kendinde olmayanı başkasına da veremez. Çoğunlukla iş, aşk, evlilik, arkadaşlık ilişkileri sevgiye değil, çıkar değiş tokuşuna dayanıyor: “Sana bağımlı olduğum şeyleri bana verebilmen için bana bağımlı olduğun şeyleri sana vereceğim.”
İşte, arkadaşım bu bağımlılıktan dolayı mutsuz. “Mutluluk özgürlüktür” diyor huzurevindeki yaşlı kadın. “Burada dilediğim gibi yaşıyorum ve çocuklarıma muhtaç (bağımlı) değilim.” Özgürlüğe giden yol kendini sevmekle, kabullenmekle başlar.
Kendinizi seviyor musunuz? Size şu soruyu sorayım: Eğer siz bir başkası olsaydınız, sizi arkadaş olarak seçer miydiniz? Size güvenir, saygı ve sevgi duyar mıydınız? Kendinizin arkadaşı olur muydunuz?
Başkalarından beklediğimiz sevgi, saygı ve anlayışı önce kendimize versek; çocuksu, marazi sevgi bağımlılığından kurtulup, sağlıklı, bağımsız ama bağlı sevgiyi öğrenmiş yetişkin olsak…
İşe kendimizi sevmekle başlayalım.
Başkalarına karşı ancak kendimize karşı gösterdiğimiz sevgi, saygı ve anlayış ölçüsünde sevgili, saygılı ve anlayışlı olabiliriz.
Unutmayalım! Eğer kendimizi seversek, başkaları da bizi sevecektir (Sen bile kendini sevmiyorsan, sevemiyorsan, ben seni niçin seveyim?)
Sevmek ve sevilmek yeteneği hepimizde potansiyel olarak var. Ama bu yeteneğimizi geliştirmemiz gerekir ki hak edelim.