Şifa Çemberi
Ana Forrest
Bedenimiz yaşam deneyimlerimizin arşivi gibidir
ve çoğunlukla en derin korkularımızın hikâyelerini anlatır.
Öfkeli gök gürültüsü, çatır çatır çakan şimşekler ve şiddetli fırtınalar hayatım boyunca daima beni izlemiştir. Yüksek enerji dolu hava hareketlerini kast etmiyorum; beni dört yaşımda alkole alıştıran, altı yaşımda sigaraya, birkaç yıl sonrasında ota ve haplara başlatan taciz ve bedenimde patlayan fırtınalar bunlar: Epilepsi, migren, felç ve bulimiyadan söz ediyorum. O fırtınalar beni kasıp kavurdu, içimde derin yaralar bıraktı; ta ki onları kendimi iyice yıkayıp paklamakta, enerjilerini de şifa bulmakta kullanmayı öğreninceye kadar. Bedenimde ve ruhumda gök gürültüsü ile şimşeğe ait gerçeklerin sesi olmayı öğrendim.
Şimdi anlıyorum ki doğuştan gelen yeteneklerimden bazıları âfetleri tetiklemek ve bir Hakikat Sözcüsü olmaktır. Kendi kendime şifa verme yolunda önce hayatımdaki o şiddetli, kaotik enerji dalgalarını dizginlemeyi öğrenmek zorundaydım. Başkalarını gerçeklerine ulaştıran bir kılavuz olduğumu ve onların hayatlarındaki fırtınalarda iz sürerek acıdan çıkış yolunu bulmalarına yardımcı olabildiğimi keşfettim. Benim ruhumun işi, insanlara dramatik dönüşümleri boyunca rehberlik etmekti.
Yolumda bana yardımcı olacak öğretmen ve araç arayışım beni Hindistan’daki büyük ustalara, Himalayalar’daki mağaralara ve Amerikan Yerlileri’nin Şifa Çemberleri’ne yöneltti. Çılgın vaatlerin tutulup tutulmadığını görmek üzere kadim sutra’ların ve şifacılık sanatlarının ileri seviye, ezoterik uygulamaların peşine düşüp ustası oldum. B.K.S Iyengar ile çalıştığım halde, ondan aldığım en önemli ders; bir adamın karakteri öğretileri ile örtüşmüyorsa ona itaat etmemek gerektiği oldu.
Hindistan’daki yoksullarla çalışan alçakgönüllü bir kadınla, bu ülkenin çılgın sadhu’larından gerçek şifa ve bilgeliğe dair öğrendiklerim, büyük bir ün ve izleyici grubuna sahip kimilerinden öğrendiklerimden çok daha fazlaydı. Altı yıla yakın yaşadığım bir Amerikan Yerlisi rezervasyonunda ilk kez fırtınalarla dost oldum. Çubuk (pipo) Taşıyıcı ve Hekim Kadın olarak aldığım eğitimde, törenin gücünü öğrendim. Uluslararası üne sahip Hekim Kadın Rosalyn Bruyere ile enerji boyutlu şifa tekniklerini çalıştım. Sunduklarım, kendi deneyimlerimin kazanında dövülmüş ve ders verdiğim binlerce öğrencim üzerinde sınanmış yaşam dönüştürücü araçlardır.
Her birimizin mücadelesi kendine özgü de olsa, çoğunlukla aynı canavarlarla dans ederiz: korku, acı, değişime karşı koymak, başarısızlık karşısında çöküş, yüreğimizi açmaktan çekinmek. Benim bu candan bezdirenlerin her birisiyle epeyce dans etmişliğim var. Hâlâ da ediyorum.
Ayrıntılar farklı olsa da çoğumuzun aradığı şey aynı: sadece şifa bulmak değil, kendimizden daha büyük bir şeyle bağlantı kurmak. Ben buna Ruh diyorum. Bunu yapmak, bedenlerimizde ne zamandır gömülü deneyimlerin örtüsünü kaldırıp onları hissetmeyi, bir de korku ve travma kaynaklı kararlarımızı yeniden gözden geçirmeyi gerektirir. Bu çalışma, yaşadıklarımızı hazmetmemize ve onlardan bilgelik devşirmemize yardımcı olabilir. Bedenlerimiz bizim hikâyemizi anlatır. Onu dinlediğimizde daima doğruyu söyler.
Korkuyla ilişkimin değiştiğinden emin olduğum anı hatırlıyorum. Annemle, ağır bir mobilyayı birer ucundan tutmuş koridorda taşıyorduk ki benim tuttuğum taraf elimden kaydı. “Şeytan dölü!” diye haykırdı bana. “Kötü şey!” Bildik işleme girişmek üzere elini kaldırdı. Ama artık on iki yaşımdaydım, ahırlarda çalışmak beni güçlendirmişti. Sık sık bir tonluk at huysuzluğuyla baş etmiş olduğumdan, Aman bu sadece iki ayaklısı, üstelik şişko diye düşündüğümü hatırlıyorum. O gün elimi uzatıp onun demirci yumruğunu havada savrulurken yakaladım. Hiç bir söz edilmedi. Yalnızca birbirimizin gözünün içine bakış ve bir farkındalık: bu iş buraya kadar. Korku beni terk edip ona bulaşmıştı. Sanırım o da benim kadar hayrete düşmüştü. Bir anlık mücadeleden sonra kolunun düşmesine izin verdi. O günden sonra neredeyse tamamen peşimi bıraktı.
Benim için bu bir dönüm noktasıydı. Yer değiştirmeyi öğrenmiştim. Korkudan kaçmak yerine, dönüp onun peşinden gittim; onu kendi yanıma aldım. Parkın en sıkı kabadayısına meydan okudum; “Hadi göster kendini, vur bana bütün gücünle!” Kendi arkadaşları önünde geri bastırdım onu. Korkmuş muydu yoksa sadece şaşkın mıydı bilemiyorum ama o günden sonra benden uzak durdu.
Artık korkuyla yaşamak yoktu bana. Av olmaya son vermek üzere kendime söz verdim. Dönüp korkumla yüzleşecek ve onun izini sürecektim. O gün bugündür öyle yaşıyorum.