Ne çok insan öldü; ne çok kin, nefret, terör, acı…

Hangi habere baksam adaletsizlik, bastırılma, politik hesaplar. Birbirinin alanında, rızkında gözü olanlar, binlerce yıldır kutsal alanları güç oyunlarına alet edenler. Hangi kanalı açsam insanları vahşet dolu kuklalar haline getiren korkunç ruhlu politikacılar. Nemalanacak hiçbir alanı kaçırmaksızın, parmaklarındaki zillerle bir o yana bir bu yana devrilen “liderler.” Hitabet yeteneklerini paranın hizmetine sunanlar…

Bunların hepsi vicdan yoksunu, saygısız, acımasız, hadsiz ve hain insanlar karmasıyla birleşince geldiğimiz yer malum.

İki kere iki sadece onluk sistemde dört ediyor. Durduğumuz yeri, kendi bakış açımızı baz aldığımızda yanlış değerlendirip can yakabiliyoruz. Bizi yakıp yıkan canavarı, cebine para koyarak besleyenler, büyütenler de yine biz oluyoruz. Her adımlarında onlara sağ kol, sol kol olanları yetiştiren de yine bizleriz.

Oysa biz özünde saygılı, dürüst ve sevgi dolu bir milletiz. Acaba aile terbiyesi verirken fikirlere saygı duyma, empati kurma, haddini bilme gibi konulara yeterince değinemiyor muyuz? Eğitimin menzili bile bir yerde eksik kalıyor. 11 Eylül, Ankara, Paris diye sıralarken her yerde insanlar ölüyor. Politikacılar da açıklama yapıyor: “Acımasızca cezalandıracağız!”

Başımıza ne geldiyse, hangi çözümsüzlük içinde topyekun kıvrandıysak yaşadığımız acılardan sonra çözüm aramak yerine şiddete başvurmamız yüzündendir. Silahla hizaya getirmeye çalışırsanız değil iş, eğitim ve destek verirseniz değişir dünya. Tarım pazarı, dikim ve üretim bu acı dolu topraklara, insanlara bırakılsa, Avrupa silaha dökeceği parayı domatese, bala verse bu alış-veriş herkesi birbirine sevdiren bir zincir olur muydu? Olurdu. Peki, o zaman ilaç, kimya, gıda, silah ve politika kartelleri ne olurdu? Sorumuz bu. Durumumuz ise “Tanrılar kurban istiyor” durumu. Sonumuz hayrola…

Bu yazımda sizden gelen soruları yanıtlayacağım.

tanrilar-kurban-istiyor-incir

1) İncir bir kenti kanser etti başlıklı tabipler birliği açıklaması

Bu açıklamada Menderes Nehrinin bahsi geçse de tabiplerin dikkat çektiği nokta gayet net: İncire albeni eklemek, kabuğu beyazlatmak ve kurtlanmadan korumak için üreticilerin yaptığı işlem, yani peroksit!

Bu konuya yabancı değilim; siz de değilsiniz. Bu konu hakkında üç-dört sene önce yazmıştım. Yazılarımın hepsinde olduğu gibi gerçekleri anlattım; merak edenler buraya tıklayarak ulaşabilirler bu yazıma.

Belki daha önce de anlatmışımdır. Ben o yazıyı yazdıktan birkaç hafta sonra Ege Bilmem Neciler Birliği, “Bu kadın üzüme, incire iftira atıyor; kazancımızı riske ediyor” falan diye beni akla hayale gelebilecek her yere şikâyet etmişti. Devletin en tepesine kadar ulaşan şikâyetlerin sonucu olarak bize büyük bir denetleme yapıldı. Sonra da “Hazır denetlemeye başlamışken yöredeki diğer firmaları da gezelim.” dediler, her yer didik didik incelendi. Sonuç ne oldu? Ben tertemiz çıkarken birliğe kayıtlı “iftira mağduru” işletmelerin 62 ton ürünü sakıncalı bulunarak imha edildi.

Peki gerçekten imha edildi mi bu ürünler? Bu imhanın gerçekleştiğini duyduysak da inanmak nedense zor geliyor. Bu ürünlerin el altından lüks, pırıl-şıkır kuruyemişçilere dağıtıldığından neredeyse eminim. Ürün kanserojenmiş, tüketici kanser olmuş; kime ne olacak?

Benim hakkımda şikayetler hep devam eder; yıllardır hiç kesilmez. Gözümüzü açarız kapıda denetim, kapatırız depolarda denetim, hafta başlar muhasebede denetim, hafta biter bilmem ne davası… Benim için bir sorun değil. Eksiğimiz yok, hatamız yok da… “Bu sektörün bir yanlışı var, bunu düzeltelim.” demek yerine en kolay yol “Vurun abalıya!” oluyor genelde; ona kızıyorum. Hep bir “Bu kadın da iyice bela oldu başımıza” tiradı… İtirafım edeyim ki bundan da mutlu oluyorum 🙂

Yıllardır yolladığımız incirlerin neden öyle kuruyemişçilerdeki gibi bembeyaz olmadığının, neden peroksitin değil de kekik ve defnenin içinde yüzdüğünün bir yanıtı olur umarım çıkan bu haber. Bilmek iyidir.

tanrilar-kurban-istiyor-biskuvi

2) Bisküvilerde potasyum haberi

Eh, günaydın. Yıllar yıllar önce, “Anneler o bebek bisküvilerinin içeriklerini bilseydi kırıntısını bile yedirmezlerdi” yazısını yazdığımda yine yer yerinden oynamıştı. Aradan seneler geçti; çok şükür gerçek ortaya çıktı. Tek derdi de bu değil üstelik bisküvilerin. Detayını yine bir gün açarım ama siz siz olun kendi bisküvinizi kendiniz yapın. Un, su, yağ, biraz ceviz, badem, üzüm ya da her olursa… Yoğurun; merdane ile açın; kalıplar ile kesip fırına atın; bu kadar kolay. Ekmeğinizi de mümkün olduğunca kendiniz pişirin. Ekmek demişken, Alishiro İstanbul’a geldi. Güzel ekmeklere bir adım daha yakınsınız.

3) Nitrit ve Nitrat

Bu hasta edici ikilinin şarküteride, özellikle sosis, salam, sucuk içinde kullanıldığı da sır değildi; üstelik tam otuz yıldır. Yıllar boyunca çatala takılı sosisi kahkaha ata ata ısıran çocukları her gün, her kanalda reklamlara çıkardılar. “Sağlıkla, proteinle, hapır hupur” diye cıngıllar dönerken bu işin aslını dev firmalar, oralarda çalışan gıda mühendisleri filan bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Ama bu işler “tamamen duygusaldır.” Kimse kusura bakmasın; ne bekliyorduk ki?

tanrilar-kurban-istiyor-sut

4) Çiğ süt, yoğurt, ayran meselesi

Süt çok büyük bir pazar ve tüketici tarafında yükselen çiğ süt trendi ile bu pazar el değiştiriyor. Haliyle yine fırtınalar koparılıyor: “Marketteki kutu süt sağlık dolu, köyden gelen tu kaka.” Eh, artık oha! Özür dilerim.

Süt tesislerine süt nasıl gider, nasıl girer? Nasıl işlenir? İçinden ne alınır, içine ne eklenir? Değerleri nedir? Besin nedir? İneklerin cinsi, ari olup olmaması, ağır metal, süt verimi olayları… Ayran, kefir, yoğurt, peynir içerikleri… Sütün temin edildiği bölge, çiğ sütün faydaları ve olası riskleri… Pastörize süt nedir? Süt sektörünün çapı nedir? Kimlerin elindedir? Mısır silajı kullanımı, süt besi yemleri, meralar, “İnek başı kaç metrekare gerekir?” sorusuna yanıtlar… Süt tozu ithalatı, katkılar, koruyucular… Bütün bunları bitirebilirsem önümüzdeki günlerde yazacağım. Şimdilik dursun.

Kötü şeyler var, evet; ama dört yanda değiller. Çok anlatmadım ama birkaç yıldır devam eden İpek Hanım Çiftliği & Kars Projesi; sevgili İlhan ağabeyin üstün çabası ile 51 köye, 15.000 Kars köylüsüne sirayet etti mesela. Bu beni mutlu ediyor.

Pınar Kaftancıoğlu

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/tanrilar-kurban-istiyor/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/tanrilar-kurban-istiyor/" data-text="Tanrılar Kurban İstiyor" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/tanrilar-kurban-istiyor/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1997 yılında, çok sevdiği Ege’ye yerleşiyor Pınar Kaftancıoğlu. Önce Kuşadası’nda geçen birkaç yıl, ardından Aydın-Nazilli’de bir doğal kaynak suyu fabrikasını işletme, kızının doğumu, işlerin stresinden bunalıp fabrikayı devretme derken otuzlu yaşlarının sonunda emekliliğini ilan ediyor!</p> <p>Nazilli’de anadan kalma bakımsız araziyle birkaç zeytinliğini ıslah edip şu an yaşadığı çiftlik evini inşa ettirmeye karar veriyor. Komşuların yardımıyla yaylalardaki irili ufaklı araziye çekidüzen veriyor. Tarlalar sürülüyor, köydeki ineklerin dışkılarıyla gübreleme yapılıyor, dağ köylerinden hediye gelen fidanlarla tohumlar ekilip dikiliyor.</p> <p>Ve tarlalarda ilk ürünler çıkmaya başlıyor.</p> <p>“Kızım, İpek artık Milupa’nın ‘organik’ etiketli kavanozlarına mahkûm değildi. Kahvaltı masamızda hepsine isim koyduğum ineklerin sütleri ve o sütlerden yaptırdığım peynirler vardı. Ekmeği marketten almıyor, kendi fırınımda yapıyordum. Yumurtalar bahçenin sağından solundan, çoğu zaman da tavuklarımın folluğa çevirdiği ayakkabılıktan toplanıyordu. Zeytinden ve zeytinyağından bol şeyimiz yoktu. Bahçenin orasında burasında kendiliğinden yetişen otların her birinin bir adı olduğunu ve neredeyse hepsinden enfes yemekler yapıldığını öğreniyordum. Yılladır marketten aldığım kırmızı şeylerin, gerçek bir domates ile alakası olmadığını anladım. Havuçlar, marullar, fasulyeler, börülceler&#8230;”</p> <p>İpek Hanım Çiftliği böyle kuruluyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This