Birden içimdeki ses git ekmek al dedi. Oysa ki kahvaltıya yetecek kadar ekmeğimiz vardı.
Zihnimin bütün vazgeçirme çabalarına rağmen, kendimi sokakta, yağmurun altında bulmuştum bile. Su taneleri yüzüme vurdukça gülümsüyordum. Görünen sebep ekmek almaktı. Görünmeyen sebep neydi? Bunu yakalayabilecek miydim?
Bu yüzden, hep yaptığım gibi, bütün algılarımı açtım. Yağmur öyle güzel yağıyordu ki, su tanelerinin denizle buluşmasındaki, birbirine karışıp bir ve bütün oluşlarındaki o güzel vuslat anını izlemek üzere, önce sahilde bir tur atmaya karar verdim.
Sahile indiğimde denizi coşmuş buldum. Kordona kadar ulaşıp, betonu dövüyordu adeta dalgalar. Gözlerimi kapadım, denizin sesini dinleyerek ve su tanelerinin yüzümü öptüğünü, rüzgarın yanağımı okşadığını hayal ederek yürümeye başladım.
Martıların çığlıklarıyla açtım gözlerimi. Bir bayan ekmekleri parçalayıp denize atıyordu. Martılar çığlık çığlığa ekmek kapma yarışındaydılar.
İçimden beni gülümseterek şu düşünce geldi ve geçti. İnsanlar ekmek aslanın ağzında derler ya, martılar da ekmek insanın elinde diyorlar mıdır acaba? İnsanlar kadar zorlaştırıyorlar mıdır bu ekmek bulma işini? Hiç sanmıyorum diyerek hem izledim hem yürüdüm. Yanlarından geçip gittikten sonra, gözlerimi kapadım ve martıların çığlıklarını dinleyerek yürüyüşüme devam ettim.
Ara sıra gözlerimi açıp, benden başka kimseler var mı diye, hem yoluma hem etrafa bakınıyordum. Benden, martılardan ve martılara ekmek atan bayandan başka kimseler yoktu.
Bayan, sahildeki restoranlardan birinin çalışanlarındandı. Sık sık rastlıyordum martıların ekmek kavgalarına. Martılar da ben de ekmek için yağmur çamur demeden kendimizi atmıştık sahile.
Bunları düşünürken birden bir şimşek çaktı. Ardından gök çatlayıp ikiye ayrılacakmış gibi gürlemeye başladı. Çocukluğumdan beri gök gürlemesinden korkmam.
Çocukluğumda elime geçen, belki de bu bilgiyi edinmem için kendime çektiğim bir dergide, ”Şimşek ve gök gürlemesi aynı anda oluşur, fakat ışık sesten daha hızlı olduğu için şimşek önce çakıyormuş, ardından gök gürlüyormuş zannedilir. Gök gürlemesi bize ulaşıncaya kadar, şimşek çaktığı anda olan olmuştur, düşeceği varsa yıldırım düşmüştür zaten. Gök gürlemesi anında korkulacak bir şey kalmamıştır,” diyordu dergi özet olarak.
Karanlıkta uzaktan bize doğru gelen aracın önce ışığını sonra motorunun sesini duyarız ya, onun gibi işte. Ben bunu öğrendiğim günden beri ne gece ne de gündüz korkmam gök gürültüsünden.
Bu bilgimi tazeleyip yine korkmadım. Bunu düşünürken martılar geldi aklıma. Korkuyorlar mı acaba? Ne tür bir davranış içindeler diye merak edip arkama, ekmek kavgası yaptıkları yere baktım. Kadın da martılar da yoktu. Gök gürlemeye devam ediyordu.
Gökyüzüne çevirdim gözlerimi. İnanılmaz bir görüntüyle karşılaştım. O alabildiğine gürlemenin ve çatlamanın ortasında, dondurulmuş ve iple gökyüzüne asılmış gibi duran martı sürüsünü gördüm.
Gürleme boyunca tek bir çırpınış ve harekette bulunmadılar. Martıları ilk kez böyle, sanki bir fotoğraf karesi içindeymişçesine, hareketsiz görüyordum.
Uçuş değildi, süzülme değildi, teslimiyetti yaptıkları.
O’na ve olana teslimiyet. Görünüşlerinde teslimiyetin sonsuz huzuru vardı. Bu huzur veren görüntü beni de teslim almıştı. Gök gürlemesini duymaz olmuştum, martılardan biri olmuştum. Onlarla o anı paylaşmaktan büyük haz duymuştum.
Gök gürlemesi bitince martılar dağılmış ve normal uçuşlarına dönmüşlerdi. Yağmur da alabildiğine hızlanmıştı. Islanmaya değerdi gördüğüm teslimiyet anı.
İçimdeki bilgeye ve dışımdaki bilge dünyaya, bana bu anı yaşattıkları için teşekkür ederek ve gülümseyerek yoluma devam ettim.
Devam ederken de gördüklerimi öğrene-bildiklerimle örtüştürmeye başladım.
Hep böyle olmaz mı?
Önce içimizde şimşek çakar, ışık, bilgi gelir ve ardından gök gürler, ışığın, bilginin deneyimi gelir. Gök gürlemesine, bilginin deneyimine teslim olanlar, içindeki hayrı görür, korkup telaşlananlar, kaçıp saklananlar, teslimiyeti öğreninceye kadar korku içinde yaşarlar.
Ya olana teslimiyet ya korku, ben martılar gibi teslimiyetçi olmayı seçiyorum. Hak’ka teslimiyeti seçiyorum.
Hak’ka teslimiyet deyince, o günlerde içinde bulunduğum bir teslimiyet ile bir örtüştürme daha yapıyorum ardından. Bundan on beş gün kadar önce, annem öldüğünden dolayı annemin babasından, bana ve diğer varislere kalan tarlanın satılmak istendiği bilgisi, ihtiyacı olanları bir ışık gibi aydınlatmış, ferahlatmıştı.
Ardından ölen anneannemin hakkının kime kalacağı konusunda gürlemeler başlamıştı. Gürleyenler de vardı, hakkına teslim olanlar da.
Ben martılar gibi, bütün gürlemelerin içinde teslimiyeti seçenlerdendim. Bana hakkım olanı verin yeter. Hakkıma düşenin bolluğu ve bereketi bana yeter, diyordum.
Hakkıma teslim oluyordum. Hak’ka, Hak’kın bolluğuna ve bereketine teslim oluyordum.
Hakkım olmayan bolluk ve bereket geçidir, Hak, hak edilmeyeni fazlasıyla geri almayı bilir. Hakk’ın bolluğu ve bereketi kalıcı ve doyurucudur. Bunu çok iyi biliyordum. Hakkı olmayanı isteyenlerin bunu bir an önce öğrenmelerini diliyordum. Fazlasını aldıklarında, kendi haklarına düşenden de hayır görmüyorlardı çünkü, uçup gidiyordu ellerine geçen para.
Bu geçmişte defalarca yaşanmış olmasına rağmen, ders almıyorlar, yine fazlasında diretiyorlardı. Derslerini alamadıkları için bu deneyimi bir kez daha yaşayacaklardı. Söylenecek, yapılacak hiçbir şey yoktu. Herkes yaşayarak, defalarca da olsa deneyimleyerek öğrenecekti bunu nasılsa.
Sırılsıklam olmuş bir halde ekmeğimi aldım ve evime döndüm. Kapıdan içeri girer girmez telefonum çaldı. Miras için, saat 13:30 da, Çatalca’da toplanılacaktı.
Kızlarımla kahvaltımızı yaptık ve hemen çıktım. Tam zamanında ordaydım. Bütün varisler bir aradaydık. Sadece cenazelerde ve miras paylaşımlarında bir araya toplanır olmuştuk. Bu durum içimi acıtıyordu. Çoğunun da umurunda değil gibiydi. Bu yüzden dilimin ucuna kadar gelip bir türlü dökülemeyen şu sözleri söyleyememiştim:
Hep mirası ve parayı paylaşmak için mi bir araya toplanacağız? Sevgiyi paylaşmak için bizi bir araya toplamayacak mısınız sevgili büyüklerimiz? Yoksa sevgiyi miras bırakmadı mı bize göçüp giden büyüklerimiz?
Böyle giderse biz de çocuklarımıza ne parayı ne de sevgiyi miras bırakamayacağız. Sevginin olmadığı yerde para da, bolluk ve bereket de fazla durmaz. Yüreğimizde taşıdığımız sevgi kadar olacaktır bırakabildiklerimiz. Sevgiyle çoğalacaktır elimize geçen miraslarımız ve çocuklarımıza bırakabildiklerimiz.
O gün orada içimde tuttuğum ve söyleyemediğim bu sözleri günlerce içimde taşıdım. Her zaman olduğu gibi, yazmadan kurtulamayacaktım bu ağırlıktan. Yazdım ve yazar yazmaz da hafifledim. Varislerin bir kısmı bunları yazdığım için bozulacak, gözlerinden şimşekler çaktırıp, göğ(s)ünün ortasından gürleyeceklerdir.
Ben gürlemelerden yine korkmayacağım. Martılar gibi huşu içinde teslim olacağım.
Yüreğimle bakıyorum hepinize ve ne kadar gürlerseniz gürleyin, yüreğinizde ki sevgiyi görüyorum.
Şimdiden yüreğinizdeki sevgiye, O’na ve olacak olana teslim oluyorum.