En basit anlatımla travma iyileşmemiş incinmedir. Bu kitapta temel olarak erken çocukluktan gelen duygusal travmadan -ki bu travmanın etkileri hayatın her döneminde hissedilebilir- söz edeceğiz. Çocukken öğrendiklerimizin, yetişkinlikte hayatın üzerimize savurduklarına nasıl tepki verdiğimizi belirleyen ana faktör olduğunu öğreneceğiz.

Hayatımızın duygusal yaraları iyileşmediği takdirde, hissettiklerimizi bir yere kanalize etmek zorunda kalırız. Bunu anlamanın yollarından biri, işlenmemiş ve sindirilmemiş şeylerle dolu bir çuvalı oradan oraya taşıdığımızı hayal etmektir. Çuvalın ağzı bazen çok sıkı kapanmıştır, bazen de öngörülebilir aralıklarla açılır.

İşte ikinci olasılığa dair klasik bir örnek. Nötr ve huzurlu görünen bir ruh haliyle, uzun yolda araba kullanıyoruz, düşüncelerimizde kaybolmuşuz, ara sıra fonda çalan podcast’e kulak veriyoruz. Sonra aniden bir araba önümüze kırıyor ve biz ona çarpmamak için frene asılıyoruz. O anda öfkeyle doluyor ve adama yetişip ölümcül bir kavga başlatmamak için kendimizi dizginlemek zorunda kalıyoruz.

Neler oldu böyle? Gevşemiş uykulu kedicikten bir anda dövüşçü Conor McGregor’a nasıl dönüştük? Söyleyeyim. Muhtemelen bu olay içimizdeki işlenmeden kalmış bir yaraya tuz bastı. Belki çocukken görülmemiş olmakla ilgili bir travmamız vardı ya da bize hep bulunduğumuz yeri hak etmediğimiz söyleniyordu. Konu her ne ise, duygularla dolu o siyah çuvalın meşhur ağzını açtı ve işlenmemiş travma çuvaldan dışarı fırladı.

Şimdi kendi kendinize Evet Alex, iyi diyorsun, güzel diyorsun da o manyak arabasını önüme kırdı, diye düşünüyor olabilirsiniz. Buna cevabım şöyle olur: O kişinin kötü araba kullandığı doğru ama belki bunun için geçerli bir sebebi vardı, mesela belki sıkıntıda olan bir sevdiğine yardıma koşmak için acele ediyordu. Gelgelelim burada konu onun davranışı değil, sizin neden böyle patladığınız.

Sözün kısası, travma işlenmemiş duygusal deneyimler sonucu bedeninizde yer alan işlenmemiş duygulardır… ama konu bundan biraz daha karmaşık. Bazıları için bu şifalanmamış, işlenmemiş yaralar aşikârdır. Örneğin saldırıya uğramak ya da kavgaya karışmak gibi travmatik bir olay yaşamışlardır ve şimdi ne zaman yalnız başlarına dışarı çıksalar sinir sistemleri panik moduna geçer. Bazıları içinse travma yaratan olay çok daha belirsizdir. Örneğin ağzından yanlış bir şey çıktığı için sınıf arkadaşları ona gülmüştür, böylece topluluk önünde konuşma korkusu geliştirmiştir.

Duygusal Sağlamlığın Önemi

Öte yandan duygusal olayın kendisi travma geçirip geçirmeyeceğimizi belirlemeye yetmez. Hatta, az evvelki örnekten gidersek, bazı insanlar için dövüşmek büyük zevktir ve onlar hayatlarını karma dövüş sanatları ya da boksta ustalaşmaya adarlar, ayrıca bazı kişiler de başkalarını güldürmekten büyük mutluluk duyarlar.

Yani travma, tetikleyici bir olaya ihtiyaç duysa da travmayı meydana getirmek için bu yeterli değildir. Olayın bağlamı da kritik önem taşır. Çevremizdeki insanların ve bizzat kendimizin bu olaya verdiği tepki hayatidir.

Üç adet temel duygusal ihtiyacımız vardır -sınırlar, güvenlik ve sevgi. Eğer bu duygusal ihtiyaçlar gelişimimizin ilk yıllarında bizi büyütenler, bakım verenler tarafından karşılanırsa ve onları kendi kendimize nasıl karşılayacağımız zamanla bize öğretilirse, hayat yolculuğunda travmatize olma olasılığımızı ciddi oranda düşürecek sağlamlığa erişiriz.

Örneğin bize nasıl sınır çizeceğimiz öğretilirse (ve sınır çizmemize izin verilirse) bizi etrafımızdaki dünyadan koruyan bir “duygusal bağışıklık sistemi” geliştiririz. Güvende hissetmek üzere sinir sistemimizi kendi kendimize nasıl regüle edeceğimiz bize öğretilirse, hayatta karşılaştığımız şokları işleyebilir durumda oluruz. Ve derin bir sevgi ve seviliyor olma hissi bizi sarsan olaylar karşısındaki şifa veren panzehir gibidir.

Aksine, üç temel duygusal ihtiyacımız bizi büyütenler, bakım verenler tarafından karşılanmazsa ve böylece bu ihtiyaçlarımızın karşılanmasıyla geliştireceğimiz duygusal sağlamlıktan yoksun kalırsak zaman içinde travmatik potansiyeli olan olaylarla karşılaştıkça bedenimizdeki homeostatik denge değişir. Bu homeostatik değişimlerin fiziksel ve duygusal refahımız üzerindeki etkileri çok büyüktür. Gelecekteki hiç yaşanmayabilecek travmatik olayların beklentisiyle hep tetikte yaşayarak bitmek bilmeyen bir ıstırap döngüsüne hapsoluruz.

Travmamızın bu sonuçları da ıstırap döngüsünü besleyebilir. Belki sevilebilir olmak için, yaptığımız her şeyde en iyi olmamız gerektiğini düşünürüz, belki de özdeğer algımız, bizim için yıkıcı olsa da durmaksızın başkaları için verici olmamıza, başkalarını desteklememize bağlıdır.

Önceki bölümde kendi yolculuğumdan bahsederken açıkladığım gibi, travmanın verdiği esas acı genelde olayların kendisinden değil, sinir sistemimizde oluşturduğu değişikliklerden ve tepkilerimiz ve yaşayışımız üzerindeki etkilerinden gelir. Sonuçta benim uzun yıllar boyu bir ilişki felaketinden diğerine savrulmam çocukluğumdaki olaylardan değil, o olaylarla baş etmek için geliştirdiğim stratejilerden kaynaklanır.

Share This