Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bir yaşam:

İlk Fosforlu Suat Derviş

“Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını
Bir kere eğemedim bu kadının başını
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme…”   Nazım Hikmet

1905 yılında Doktor İsmail Derviş ile Saraylı Hesna Hanım’ın kızları Suat Derviş Küçük Çamlıca’da dünyaya gelir. Daha ismi konulduğu sırada kendisine ailesi tarafından uygun görülen “Hatice Suat”ı bir kız ismi olarak kabul etmeyen hoca efendi, kendisine “Hatice Saadet” adını münasip görse de Derviş ailesi fiilen Suat isminden hiç vazgeçmez ve yazar bu “erkek” ismiyle oldukça çarpıcı bir hayat sürer.

Suat Derviş’i bir yazar olarak ilk keşfeden çocukluk arkadaşı Nazım Hikmet’tir. Nazım Hikmet’in tesadüfen ortada bırakılmış “Hezeyan” şiirini Alemdâr Gazetesi’ne göndermesiyle henüz 16 yaşındaki Suat Derviş, Bâb-ı Âli’nin dikkat çeken genç kalemleri arasında yerini alır. Yukarıda ilk dizelerine yer verdiğimiz, Nazım Hikmet’in “Gölgesi” şiirini ithaf ettiği, şairin deyimiyle başı eğilmez bu genç kadın, bir hayli dolu ve coşkulu yaşamına onlarca roman ve fikir yazısı sığdırmıştır. İmparatorluğun son, Cumhuriyet’in ise ilk kadın aydınlarından Suat Derviş, sonraki nesillere örnek olacak bir gayret ve kararlılıkla en zor zamanlarda bile yazmaya devam etmiş fikirlerini sakınmadan toplumla paylaşmıştır.

Suat Derviş adı anılınca akla belki de ilk gelen eseri “Fosforlu Cevriye” Türk edebiyatının toplumcu gerçekçi unutulmazları arasında daha o yıllarda yerini alırken; “Ankara Mahpusu”, “Çılgın Gibi”, “Aksaray’dan Bir Perihan”, “Şoför Mustafa” gibi pek çok romanı da çeşitli gazetelerde tefrika hâlinde yayınlanmıştır. Ayrıca, eserlerinin önemli bir kısmı Fransızca, Almanca ve Rusça dillerine çevrilmiştir. Edebiyatımıza onlarca eser kazandıran bu üretken ve çalışkan yazarın üslubunu, dünyayı anlama ve anlatma yordamını hayranlıkla taltif eden edebiyat eleştirmeni Selim İleri, “Kendine Tapan Kadın” romanının Türk edebiyatının ilk beş eseri arasına girecek nitelikte bir başyapıt olduğunun tespitini yapar.

Bütün bunların yanında Derviş, Lozan Barış Antlaşması (1922, İkdâm) ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936, Son Posta) gibi İmparatorluğun Cumhuriyet’e evrildiği tarihî anlara tanıklık etmiş bir gazetecidir de. Bu tarihî yıllarda hem son derece önemli bir gazeteci hem de kendine özgü tarzını oluşturabilmiş bir yazar olmuştur. Romanlarındaki genellikle eski ve yeni toplumsal düzenin arasına sıkışmış kadın karakterlerin hikâyeleri, ulus devlete geçme sürecinde çokça bocalayan toplumun önemli bir kesimine ayna tutar niteliktedir. Özellikle, Cumhuriyet’in ilanının getirdiği heyecan yavaş yavaş yerini ağır sefalet ve salgın hastalıkların kol gezdiği feci bir toplumsal tabloya bırakırken Derviş, gerek röportajları gerekse edebi eserlerinde gittikçe daha keskin bir siyaset savunucusu hâline gelir.

3 Nisan 1930’da kadınlara verilen belediye seçimlerine katılma ve aday olma hakkıyla birlikte Serbest Fırka’dan Eminönü bölgesi için aday olmuş ancak seçilememiş ve aktif siyasi hayatı kısa sürmüştür. Buna rağmen, siyasi tavrını yumuşatmayan Derviş, Resimli Ay Gazetesi’nde çalışmaya başlayarak sol görüşlü yönelimini yazılarında korumaya devam eder. 1940’ta Türkiye Komünist Partisinin kurucu başkanı Reşid Fuad Baraner’le evlendikten sonra ise “komünist kadın yazar” etiketi iyiden iyiye pekişir. Kıpkızıl komünist olarak nitelenen yazarın ismi ana akım medya patronlarınca çizilmiş, yasaklı bir yazar ve gazeteci olarak ancak küçük ölçekli gazete ve dergilerde yazmayı sürdürebilmiştir. Bir süre Baraner’le birlikte çıkardıkları Yeni Edebiyat dergisi Attila İlhan, Hasan İzzettin Dinamo, Reşat Eniz gibi pek çok genç şair ve yazarı da Türk edebiyatına kazandırmıştır. Derviş’in seçtiği ve Yeni Edebiyat’ta yer verdiği “Balıkçının Türküsü” Attila İlhan’ın yayınlanan ilk şiiri olmuştur. Ancak 1941’de sakıncalı siyasi görüşte oldukları gerekçesiyle dergi kapatılmış ve eşi Fuad Baraner tutuklanmıştır. Suat Derviş de eşine yardım ettiği ve onu sakladığı için sekiz ay cezaevinde kalmış, serbest kaldıktan bir süre sonra eşi tekrar tutuklanınca 1963’e kadar yurtdışında yaşamıştır.

Çalkantılı hayatında Derviş, kadın hakları için verilen pek çok mücadelede de ön saflarda bulunmuş olmasına karşın onun için feminizm müstakil bir direniş hareketinden ziyade kendi özgür ruhunun bir yansıması gibidir. 1922’de İkdâm Gazetesi’nde çıkan bir yazısında Derviş idealindeki Cumhuriyet kadınını şöyle tarif eder:

“Ümit edelim ki Türk kadınlığı, önüne yeni yeni açılan bu meslek yollarında, o yollara girinceye kadar gösterdiği cesaret, sebat ve vakarla ilerleyecektir. (…) O yolda en kıymetli meziyetlerini kadınlıklarını ve kadınlıklarının güzelliğini, füsununu, şöhretini ispat etmeye ve erkekleşmemeye gayret etmelidirler.”

1935 yılında İş Bankası’nın desteği ile kurulan Tan Gazetesi’nde çalışmaya başladığında ise Cumhuriyet’le birlikte elde edilen sosyal hakların çeşitli çevrelerden kadınlarca nasıl kullanıldığını gözler önüne serdiği “Bir Genç Kız Anlatıyor”, “Lisan Dersi vermek İsteyen Bir Kız Söylüyor”, “İşçi Kadını Kurtaracak Çare Nedir” gibi röportajlar yayınlar. Sadece kadın hakları konusunda değil açlık, verem, okula gidemeyen çocuklar gibi son derece önemli toplumsal konuları da gündeme taşıyarak toplumun gelişimi için gerekli, karanlıkta kalan pek çok noktayı kalemiyle aydınlatabilmiştir. Röportajlarını öyle yalın ve etkileyici bir şekilde aktarır ki Derviş’in yazıları bazen bir kadın aktivist, bazen son nefesini vermek üzere olan veremli bir hasta, bazen on üç yaşından itibaren fabrikada çalışan küçük bir kızın dile geldiği sayfalar olur.

Türkiye’de uzun yıllar unut(tur)ulan değerli gazeteci ve yazar Derviş’in Atatürk’ün ölümü üzerine “Dünya Feminizm Lideri Öldü” başlığıyla yazdığı bir yazıda söylediği şu cümleler âdeta bugünün kadınlarına örnek niteliğindedir:

“Türk kadını başka kadınların asırlar süren mücadelelerle kazandığını büyük Şeften bir hediye gibi almıştır. Bu hediyeyi en büyük bir hazine gibi kıskançlıkla hasislikle saklıyacak bunlardan en ufağına bile el sürdürmiyecek, onları muhafaza etmek için icabederse can verecektir. Atatürk,öldüğü zaman onun eserlerine son nefesine kadar bekçilik edecek böyle bir kadınlık yaratmış bulunuyor.” (Fotomagazin, Aralık 1936)

Türk kadınlarına Cumhuriyet’in ilk yıllarından seslenen bu güzide yazarımızın da açıkça belirttiği gibi Cumhuriyet öncelikle kadınlara emanettir.

Betül ÖZBAY

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/turkiyede-kadin-hareketi-tarihinin-dunu-bugunu-2/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/turkiyede-kadin-hareketi-tarihinin-dunu-bugunu-2/" data-text="Türkiye’de Kadın Hareketi Tarihinin Dünü Bugünü (2)" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/turkiyede-kadin-hareketi-tarihinin-dunu-bugunu-2/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1985 yılında başladığım hayat yolculuğumda babamın öğretmen olması sebebiyle Anadolu’nun farklı şehir ve kasabalarında büyüdüm. Yüksek öğrenimimi önce Eskişehir Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı, ardından Macaristan Szeged Üniversitesi Altayistik bölümlerinde tamamladım. Bundan sonra, akademik hayata atılmaya karar vererek lisansüstü eğitimim için İstanbul’a taşındım. Yıldız Teknik Üniversitesi ile Berlin Özgür Üniversitesinde eğitimimi sürdürdüm. Daha sonra, Yıldız Teknik Üniversitesi ve ardından da İstanbul Medeniyet Üniversitesinde akademisyen olarak görev yaptım. Akademik eğitimim yanında, 2013’te Kuraldışı Akademinin kılavuz kitapları ile başladığım bireysel gelişim serüvenim 2022’den itibaren ikinci akademim olan Kuraldışı çatısı altında devam ediyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This