Perdelerin kenarlarında hale oluşmuş, gündoğumu odaya girmeye çalışıyor ve ben hâlâ uyanığım. Gecenin 3’ünden beri tekrar uykuya dalabilmek için bildiğim her yöntemi uygulamışım. Meditasyon, derin nefesler, zihnimde eski okulumda dolaşmak, şehirleri alfabetik sırayla saymak… Hayır, uyuyamıyorum.

Yirmilerimde bazen gece yarısı uyanır, bir iki saat uyanık kalırdım. Bu sinirimi bozmakla kalmaz, bana kendimi başarısız hissettirirdi. Ergenlik zamanlarımda da berbat şiirler yazarak gecenin 1’ine kadar oturup sabah 10’a kadar uyuduğum için tembel, boktan ve tabii ki başarısız bir insan gibi hissederdim. Otuzlarımda çocuk sahibi olduktan sonra da çocuklar mışıl mışıl uyurken dahi her gün sabahın 5’inde kalktığım için başarısız hissederdim.

Neden mi? Çünkü eskiden beri bize şu dayatıldı: gerçekten sağlıklı olmak için gece sekiz saat deliksiz uyumak gerekir ve bu uyku belli saatler arasında olmalıdır. Kendimizi tabi tuttuğumuz standart, ideal, amaç budur. Bunu başaramazsak acınası, hatta arızalı biri gibi hissetmemiz işten değildir. Bizdeki sorun acaba nedir? Sekiz saatlik kesintisiz bir baygınlıktan daha doğal ne olabilir?

İnsanların uyku takıntısı çok eskiye dayanır. Rönesans İtalya’sında iyi bir uyku için önerilen şey dişlere köpeklerin kulak sıvısını sürmekti. Elizabeth İngiltere’sinde “ayak tabanlarının fındık faresi yağıyla ovulması” salık verilirdi. 19. yüzyılda İskoç dergilerinin okuyucularına saçlarını arapsabunuyla yıkamaları öneriliyordu. Charles Dickens, yatağınızın kuzeye bakması gerektiğini öne sürüyordu.

Yeterince uyumanın sağlığa faydaları aşikâr olduğundan uyku takıntısı da oldukça anlaşılır. İyi uyuyan insanlar adeta parlar, sosyaldirler, parlak zekâlıdırlar. Öte yandan uykusuzluk çekenlerde inme, diyabet, yüksek tansiyon, böbrek hastalığı, kalp hastalığı ve depresyon riski daha fazladır.

Uyku önemlidir; ama acaba “doğru” uyumaya fazla vurgu yapıyor olabilir miyiz? Olaya daha yukarıdan bakıldığında öyle gibi görünüyor.

Uykusuz ucubenin teki değilsiniz

Gece yarısı uyanan kişiler uykuda başarısız olduklarını düşünseler de atalarımız için tek bir kesintisiz zaman dilimini uyuyarak geçirmek değil, uykuyu iki farklı zaman diliminde tamamlamak normaldi, bu yüzyıllarca böyle devam etti. Tarihçi Roger Ekirch yıllarını erken Orta Çağ’dan Sanayi Devrimi’ne kadar olan dönemdeki günlükler, mahkeme kayıtları, hikâyeler, mektuplar ve oyunları inceleyerek geçirdi ve yüzlerce kez “ilk uyku” ve “ikinci uyku” kullanımını gördü. İki uyku arası zaman dua etmek, yemek yemek, okumak, sevişmek ve çeşitli işleri halletmek için kullanılırdı. İki fazlı uykunun kanıtları sadece Avrupa’da değil, Afrika, güneydoğu Asya, Avustralya, Güney Amerika ve Ortadoğu’da da bulundu.

İkinci uyku modelini terk etmemiz ancak 19. yüzyıldan sonra oldu çünkü, Ekirch’in ileri sürdüğüne göre, yapay ışıklandırma sayesinde insanlar geç saatlere kadar oturabilmeye başlamıştı. Buna karşın işçiler hâlâ sabah erken kalkmak zorunda olduklarından gece uykusu sıkıştırıldı, insanlar daha derin uyumaya başladı ve gece yarısı uyku arası gitgide yok oldu.

“İki fazlı uyku”nun bir zamanlar genel geçer bir şey olduğunu bilmek, gece yarısı uyanan kişilerin kendi uyku düzenlerine dair hislerini değiştirmelerine yardımcı olabilir. Bu kişiler uyanıklıklarıyla biyoloji kanunlarına ihanet eden ucubeler değil, uykuyu yüzyıllar boyu atalarımızın tecrübe ettiği gibi bölen kişilerdir.

Kendini başarısız gören bir başka grup da gece kuşlarıdır. Ergenlikte gece geç saatlere kadar oturup yatakta uzanmalarım bana kendimi tembel hayvan gibi, hatta günah işliyormuşum gibi hissettirirdi; belki de pazar okulunda söylenenlere fazla önem verdiğim için: “Ne zamana dek yatacaksın, ey tembel kişi? Ne zaman kalkacaksın uykundan?” (Süleyman’ın Özdeyişleri 6:9-11). Modern toplumun belirlediği uyku kalıplarına sığmayı başaramamıştım. Ben tembeldim, miskindim, “günün en güzel kısmını” nevresimler altında harcıyordum.

Çok erken kalkanlar da tuhaf hissedebiliyorlar. Yaşlandıkça daha erken kalkmaya meylediyoruz (mesela kayınvalidem her sabah 5’te kalkıyor). Bu durum da toplumun kalıplarına uymakta başarısız olduğunu düşünen erkencilerin sinirlerini bozabiliyor. Dünyanın geri kalanı uyuyorsa onların da uyuması gerekmiyor mu?

Tekrar ediyorum, bu “başarısızlık”ları zengin uyku mozaiğimizin doğal bir parçası olarak görmek için olaya daha yukarıdan bakmak şart. 2017’de araştırmacılar yaklaşık üç hafta boyunca Hadza avcı-toplayıcılarının nasıl uyuduğunu araştırdılar ve hem gece yarısı uyanmanın yaygın olduğunu hem de -tıpkı endüstrileşmiş toplumlarda olduğu gibi- gençlerin daha geç saatlere kadar oturmaya, yaşlıların ise daha erken kalkmaya meylettiğini gördüler. Gece yarısı uyanma ve bölük pörçük uyku zamanlarından oluşan kombinasyon sonucu, üç hafta boyunca kabilenin otuz üç üyesinin de aynı anda uykuda olduğu süre sadece on sekiz dakikaydı.

Bu araştırma, vahşi hayatta gecenin tehlikeleri dolayısıyla daima etrafı kolaçan edecek birinin bulunmasının faydalı olacağını ileri süren nöbetçi hipoteziyle de uyuşmaktadır. Günün her saati kabilenizin en az bir üyesi uyanık olursa yırtıcılar saldırınca bu kişi tarafından uyarılırsınız. Bu yüzden “kalitesiz” uyku -ister gece yarısı uyanmak, ister geç saatlere kadar oturmak ya da erkenden kalkmak biçiminde olsun- başarısızlık sayılmamalı, hayatta kalmamızı sağlayan muhteşem bir evrimsel adaptasyon olarak görülmelidir.

Kabilede uyku saatlerinin bölünmesi o kadar önemlidir ki gece kuşu ya da erkenci olmak genetik olarak aktarılır. Hepimizin bir kronotipi vardır, yani hepimizin günün hangi saatlerinde uyanık olmaya meyledeceğimiz doğuştan bellidir. “Ertele” düğmesine basmak tembellik değil, genetik programınıza göre davranmaktır. Gece yarısı saatlerce uyanık kalıyorsanız bu arızalı olduğunuzu değil, bir zamanlar böylesi davranışların yırtıcılara karşı tetikte kalmak için elzem olduğunu gösterir.

Avcı-toplayıcılarda uyanıklık, kesintili uyku, geç saatlere kadar oturma ve sabahın 4’ünde kalkma gibi alışkanlıklar varsa, bu durumda bizim onlardan öğrenebileceğimiz bir şey olamayacağını, modern yaşam biçimimizin, akıllı telefonlarımızın ve sürekli oturuyor olmamızın uyku sorunlarımızla ilgisiz olduğunu düşünebiliriz. Ve yanılırız.

Share This