Elma şekerine kanacağınız yaşları geçtiniz mi?
Durun, zaten kandırmaca yok.
Mevsim kış ve kumlu elma zamanı.
Gerçi tezgâhın altında hala çürümemiş,
64 yıllık gerçek bir elmaya rastlayabilirsiniz..

Tatması bedava !!!
 
Elma.

Kalbimi bir meyveye benzetmem gerekseydi böyle söylerdim.
Parlak kırmızı, sulu bir elma.

Adem’le Havva’nın belki de o ağaçtan koparmak zorunda kaldıkları elma.

Yoksa nasıl bir duygu, nasıl bir arzu cennetten vazgeçirebilir insanı?

Ya başka iki kişi olsalardı onlar…  Belki de onlar, elmanın tadına bakmadan; aşkın, duyguların, o parlak kırmızının hep güzellikler vaat eden kışkırtıcılığı karşısında güç de olsa durabilip; iki kişiden oluşan huzurlu cennetle yetinebilirlerdi…

Insanın varoluşunun üzerinden milyonlarca yılın geçtiği, yavaş yavaş da olsa dünyanın sonuna geldiğimizi hissettiren pek çok doğa olayının yaşandığı 21.yüzyılda yaşarken en  baştaki davranışları sorgulamak  ” Ya günah hiç işlenmeseydi”  demek aslında çok da saçma biliyorum.

AŞK BIR ELMANIN IKI YARISI OLABILMEK MiDiR GERÇEKTEN?

Buna cevap verebilecek, bu konuda ahkâm kesebilecek kadar yıl yaşamadım…
İnsan tanımadım ya da ülke görmedim…
Belki hiç bunlarla alakalı değildir aşkı anlamak…

Yazmayı, konuşmayı ne kadar seversem seveyim, konu aşk olduğunda sözcüklerin “çok bilmişş” dünyasında gezinmekten pek hoşlanmam aslına bakarsanız.
İzlemeyi severim, dinlemeyi ve görmeyi… İşte bu yüzden,
Bu yüzden sözlerimi, henüz yüz yüze tanışmadığım ama tanımayı çok istediğim,
Bu ülkeden çok çok uzaklarda yaşayan 64 yaşındaki bir kadının kelimelerine bırakıyorum.

Bir şubat gecesi, eşine yazdığı ve ısrarlarıma dayanamayıp benimle de paylaştığı bir mektuba.

Tüm elmaların sevgililer gününü kutluyorum.

***

Sevgilim,

Biliyorum ki artık birbirimize bu şekilde hitap edemeyecek kadar yaşlıyız. Birbirimize böyle seslendiğimizde yanımızdakilerin sevgi dolu ama birazcık da olsa alaylı gülümseyişlerini hissedebiliyorum. Ama sevginin kelimeleri bulanlar, insanın benim yaşlarımda aşık olduğu kişiye hitap ederken kullanabileceği ayrı bir sözcük bulmamışlar.

İşte bu, tanıdık olduğun, gereksiz uzatıp durduğum mektup girişlerimden biri daha…
Başka ne diyebilirim?

Sevgilim…

Bundan uzun yıllar önce, aşık olmanın büyük ıstırap verdiği genç kızlık günlerimden birinde…

Gerçek sevgiyi sorgulayıp durduğum, karamsar bir okul çıkışı gününde, bindiğim otobüs o durakta biraz fazlaca beklemişti. Otobüsün içindeki herkes ne oluyor diye kıpırdanmaya başladığında, bir el göründü önce buruşuk ve çilli. Kadın zar zor kapıdan girdiğinde, hemen arkasında, kapı eşiğinde bekleyen adama elini uzattı.

Ağır çekimde gibiydiler…fazlasıyla yavaş.

Homurdanan sesler arasında yerlerine oturmaları bir hayli zaman aldı. Komiktiler de.
Sol tarafıma oturdular. Gözüm ellerine takıldı. Yıllarca yan yana oldukları belliydi.
Her otobüste karşılaşılabilecek sıradan bir görüntü bu, ne var ki  diyeceksin…
Hiç farkında olmadan sıradan dileklerimizle yön verdiğimiz hayatlarımız…
O gün,  küçük dileklerin bu büyük gücünden bihaberken, bir dilekte bulunmuştum;

Aşık olmak, ve aşık olduğum adamın yaşlanan ellerini de tutabilmek.

Hiç sıkmadan… İncitmekten hep korkarak ama bırakmadan.

Çok kavga ettik seninle, yıllar geçti;  sancılı.

Kendimizi tanıma hikayelerimizde bir de birbirimize destek olmaya çalıştık. Hep konuşuruz ya, zamane sevgilerinde eksik olan ne diye?

Sanırım bu işte, zor ama gerçekten zor zamanlarda, yan yana durup sabretmek….

Gençler, aşkın kapıyı hiç vazgeçmeden, tekrar tekrar çalacağını düşünüyor olmalılar…Sabır tek başına ne kadar önemli bir kelime oysa.. Bazen sadece sabırla üstesinden geliniyor bir şeylerin.

Kayıplar yaşadık, arkadaşlar…
Şehirler gördük, ülkeler ve manzaralar.
Şimdi bunca yıl ,bahsettiğim bu şeyler,  tanıdığım yüzlerce insan, okuduğum onlarca kitap ve  gözlemlediğim tüm bir hayatın ardından yine de AŞK’ımız üstüne söyleyebileceğim tek bir şey var;

Biz şanslıydık!

Zaman zaman başka bir hayatım olsaydı, o sapaktayken ya diğer yolu seçseydim dediğim zamanlar oldu.
Sen olmadan nasıl bir hayatım olacağını düşündüm.
Başka insanlar tanımak istedim. Sandığın kadar melek değilim.

Şimdi biliyorum ki, sensiz de yaşayabilirdim.Yapmak istediğim pek çok şeyi yapabilirdim.
Ama şimdi seninle tanışmamız üzerinden 42 yıl geçmişken, geriye dönüp bakınca,
Seni kaybetmenin, gözlerimin içindeki ışıltıyı kaybetmek demek olduğunu görebiliyorum.
Neden mi? Çünkü tüm anılarımızı düşünüyorum, beraber güldüğümüz , ağladığımız yılları ve yüzlerce anıyı.
Ya anılarımızı  ve görüntüleri daha yaşamadan kaybetseydik?
Yaşanmamış anılar… Ne biçim bir tamlama oldu değil mi?

Yaşanmamış bir an, anı olabilir mi?
Olabilir, hem de gerçek sandığımız  pek çok şeyden daha fazla.

Bunu bir başkasına söylesem delirdiğimi, bunadığımı yada mutsuz bir hayat yaşadığımı sanabilir.
Oysa aksine çok mutlu bir yaşamım oldu.
O yüzden hastanede geçen o son günümüz, seni fiziksel olarak kaybetmenin acısı bir yana…
Sadece bir  görüntüydü… son kez elini tutuşum da.
Şimdi ellerin yok, sesin yok…ve en çok bunu özlüyorum.

Ama ruhun, seni ilk gördüğümden beri hiç yalnız bırakmadı beni.
Insanların gözlerindeki  ışıltıya çok dikkat ederim ya hani,
Yeni insanlar tanıdığımda ne oluyor biliyor musun?
Gözlerinde ışıltı olmayanlar için anlatılmaz bir sızı kaplıyor içimi…

Çünkü gözler…

Ruhun O beyaz ışığının, tılsımının birazcık da olsa dışarıya sızabildiği tek kapımız.

Duvarlarının ardında aşk olmayan evler gibidir bazı gözler…
Ne kadar güzel olursa olsun ; sessiz, donuk ve  eksik.

Share This