Bu sabah, güneş henüz doğarken yüreğim sıkışık uyandım. Gözlerimi bilgisayardan çekemediğim bir gecenin nihayetinde uyuyakalalı daha ancak birkaç saat olmuştu.
Gözlerim çakmak çakmak yattığım yerden bilgisayarıma baktım. Dün gece neler oldu acaba? Yüreğim korkuyla sıkıştı bu kez. Ya birileri daha öldüyse? İnterneti açıp da göreceklerim, polis bütün vahşeti ile temel yaşam hakları için bir araya gelmiş dostlarımın üzerine saldırıyor. Nişantaşı’nın her köşe başında belki bir ünlü görürüz de haber yaparız diye yirmi dört saat nöbet tutan medyada tık yok. Bir tek haber geçmiyorlar. Dostlarım yürüyor. Yaralanıyor. Ölüyor.
Ben uzaktayım. Korkuyorum, seviniyorum, üzülüyor sonra coşuyorum. Parmaklarımla sayfaları tararken duygudan duyguya giriyorum ama bir duygu hep sabit kalıyor yüreğimin ortasında:
Gurur.
Uzaktan Gezi Parkı müthiş görünüyor.
Korka korka bilgisayarımın kapağını kaldırdım. Karşıma çıkan ilk fotoğrafta toz tadında bir gökyüzü fonunun önünde eflatun Boğaziçi Köprüsünün üzerinde yürüyordu dostlarım. Taksim’e katılmak üzere Anadolu yakasından karşıya geçiyorlardı. İnanamadım.
Bu nasıl bir güzellikti! Umut bir anda bütün duyguları sildi süpürdü, tek renk olarak kalbime yayıldı.
Sokaklardaki dostlarıma, öğrencilerime şunu söylemek istiyorum:
Bugün, yarın ne olursa olsun, Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve bütün İstanbul AVM’ler için parsel parsel satılsa da bu artık kazanılmış bir zaferdir. Artık sokaklara çıkmasanız da bu sizin zaferiniz, bizim zaferimizdir. Tarih buradan sonra bıraktığı yerden devam edemez. Çünkü böyle bir hareketin gücü tarihi rayından çıkarmıştır. Ne olursa olsun, hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
O toz kıvamındaki gökyüzünün altında şafak vakti yürüyen dostlarım, sizlerle gurur duyuyorum.
***
Son üç gündür sokaklara dökülmüş insanlar herhangi bir şeyci değiller. Evet, Gezi Parkı’nın yok edilmemesi için eyleme başladılar ama onları “çevreci” çerçevesine bile sokamazsınız. Hayır, ne kadar zorlarsanız zorlayın İstanbul’un merkezinden ülkenin dört bir yanına yayılan insanları hiçbir pencereye, kalıba, kutuya sokamazsınız.
Bu hareket bir ideolojinin, bir sistemin, bir ülkenin değil, insanın varoluş mücadelesidir.
Çünkü insan düşünür, konuşur, yazar, yaratır.
Bunları özgürce yaşamak ister.
İnsan boş vakitlerini alışveriş merkezi vitrinlerine bakarak değil, kahvelerde, çay bahçelerinde, parklarda birbirinin yüzüne bakarak geçirmek ister.
Bedenine temiz hava ve zehirsiz gıda girsin ister.
Her yetişkin insan kendi hayatı hakkında kendisi karar vermek ister.
İnsan böyle bir şeydir. Zaman, toplum, ideoloji dinlemez.
Evrensel bir gerçektir bu: İnsan yaşamak ister.
İstanbul’un merkezinden Türkiye’ye yayılan hareketin özü budur. Polis eliyle devletin yok etmeye çalıştığı şey en saf haliyle İnsan’dır.
Vatan, millet, din, ideoloji, sistem, sokaklara dökülen dostlarımın umurunda değil.
İnsanca yaşamak istiyorlar.
Yaşamak…
Bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine…
Bu Hasret Bizim!
Nazım Hikmet