Kimimiz bir rüya gördü, peşine takıldı, kimimiz bir kahkahanın ardından adımını attı. Her ne olduysa iyi oldu, güzel oldu. Tazelik dolu, renkli çiçeklerin içinden güle oynaya giderken, bir baktık yol karışmaya başladı, dalların arasından aydınlık görünmez oldu. Kimimiz daha fazla uzaklaşmak istemedi geri döndü, kimimiz karanlıkta yolunu bulamayacağını düşündü, ilerlemedi, kimimiz ise ne olursa olsun diyerek derin bir nefes alıp ilerledi korkusuzca… Bu yazı işte o korkusuzca ilerleyenlere ithaf edilmiştir.
Şimdilerde o derinliklere ilerleyenlerin, düşlerde ulaşılmaz sanılan dünyaya doğru yaklaştıkları zamanlardayız. Derine indikçe karanlık arttı; bilinmeyenin, görünmeyenin içinden karşımıza canavarlar çıktı, etrafımızı gölgeler sardı; bunların karşısında tek bir inançla durduk: Yüzleşmeye hazırım diyerek; bana anlattığı gerçekleri dinlemeye hazırım diyerek. Böylelikle üstümüze geçirilen tüm katmanlardan sıyrılmaya başladık. Eski kimliğimize dair tüm bildiklerimizi bırakmaya, hafiflemeye. Tüm çıplaklığımızla, görünürde savunmasız ama içeride bütün olarak dikildik ayağa. Doğanın vahşi tarafını gördük; karlar kapladı üstümüzü örttü, fırtınalar yolumuzda kulağımıza fısıldadı. İşte orada aslında Doğa’nın özünü gördük; en vahşi ve en saf halimizi… Kurbanlar verdik belki, belki de danslar ettik bir ateşin çevresinde. Karanlıkta ve derinliklerde ilerlerken hissetmeyi deneyimledik; çünkü burada sadece hisler ve duygularla ilerlenirmiş onu gördük. Yaramızın içindeki “hazineyi” fark ettik. O sesi duyduk, yankılanarak çarptı tüm duvarlarımıza: “Harabenin olduğu yerde hazine ümidi de vardır; neden yıkılmış yüreklerde Tanrı’nın hazinesini aramıyorsun?”*
İşte orada bir boru öttü; iyileşme başladı. Özgürleştik, şifa bulduk.
Derken en derinden güneş doğmaya, ışığıyla bizi aydınlatmaya başladı. İçimizdeki o çocuk, tüm canlılığıyla, kocaman bir gülücükle kalbimize yerleşti, bundan sonra el ele verelim, birbirimize rehberlik edelim ve atımızı Işığa doğru sürelim diye. Böylece şafak doğdu; şimdi şafağa atımızı sürdüğümüz, her nefeste mavi çiçeğe yaklaştığımız vakitlerdeyiz. Hafiflikle ilerliyoruz yollarımızdan, tüm defolarımızı görmüş, en kötü kokularımızı duymuş, en yaralı hallerimizi dinlemiş olarak. Bizim için yaratılmış zindandan, kendimiz için yarattığımız dünyaya doğru, dengeli ve bir bütün olarak ilerliyoruz. Biliyoruz ki en karanlık anlardan sonra bile güneş doğar ve ışıldatır her noktayı; o yüzden sarıl içindeki Öz’üne. Ve şunu hatırla: Tüm öykülerde kendini hapseden, korkularınla, endişelerinle kendini olduğun yere mıhlayan yalnızca sensin. Elbet bir yol var sen bilmesen de sadece özgürleşmeyi, küllerinden doğmayı, uykundan uyanmayı iste ve sadece izin ver.
Mavi çiçeğe oldukça yaklaşmış olmalısın.
Kokusu sardı etrafı, duyuyor musun?
* Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî