Yaza yazılmış bir yazı elbette ki bir yolculuk barındırır içinde yerleşik hayattan; keşfedilesi yeni sokaklara, yeni kültürlere doğrudur bu yolculuk. Ruh da gezgin hali sever ve her adımda, baktığı her yerde Kaynağı görürse, bu yolculuk bir cennet bahçesine döner.
Temmuz ayı bol adımlı bir ay oldu; durmadan arşınladığım sokaklardan, her adımda ruhumun katmanlarından bahsetmek var bu ay. Kim bilir belki size bir rota çizer ya da bir tadımlık olur.
Bir minik arınma ile başladı yolculuk, Yalova Termal Kaplıcaları’nda. Bunca zamandır bu kadar yakınımızda olan ama bir türlü gidip görmediğim bu yer beni doğası ile kendine âşık etti. Doğa Ana’nın kalbine kadar köklenmiş, dallarıyla Gök Baba’ya varmış ağaçlar mı istersiniz, her yerden çıkan buharlar mı, yoksa etrafta gezinen periler mi? Bu su dünyası, bolca sessizliğin onurlandırıldığı bir yer.
Oradan rota daha yukarılara doğru kaydı ve ilk adım Brüksel’e atıldı; zamanın nasıl dilimlerden sıyrıldığını gördüm. Girdiğim kiliselerde mumlar yaktım; bildim ‘O’ tek ve bir.
Bruges’e varan tren, sanki bir masalın içinde bıraktı bizi. Renk renk, kutu kutu binalar, binalara eşlik eden yeşil ve şehrin damarları gibi içinden dolanan kanal selam etti. Gözlerimi kapayıp gittiğim ortaçağ, tam karşımda tüm mimarisi ile dikiliyordu. Dokunduğum her taş bolca hikâye anlattı. Beni en şaşırtansa bu masal kentinin, geçirdiği yüzyıllara rağmen nasıl bu kadar korunaklı ve özenli kaldığıydı; ince bir sızı işledi içime,”Ah” dedi yüreğim. Bazı şeyleri çok mu har vurup harman savurduk? Hansel ve Gretel’in şekerlemeden yapılmış o evi gördüklerindeki, şaşkınlıkla doluydum. Geçen at arabaları ve Arnavut kaldırımlar, geçmiş yaşam hikâyelerinden çok tanıdıktı; tüm adımlarda hatırladım.