Rengarenk, büyüklü-küçüklü yüzlerce düğmeden oluşan şıngır mıngır bir gömlek var üzerimde. Düğmelerim, karşımdakilere gel bana bas albenisiyle bezeli. En parlak, en ışıltılı düğmelerime ödül veriyorum bugün. Birincilik ödülü “saflık” düğmemsine gidiyor. O kadar da kötü bir şey değildi saf olmak. Ben temizlik olarak algılamıştım onun anlamını yıllarca. Ne vardı ki pür-i pak, tertemiz olmakta? Herkesi kendin gibi bilip, herkesin nazını çekmekten ne zarar gelebilirdi ki? Yıllar içinde “saflığın” ardında enayilik, beni kullanabilirsinlik, bana nazın geçerlik, beni parmağında oynatabilirsinlik, hatta salaklık, aptallık, bönlük yazıları belirmeye başlamış alnımda. Ben anlamamışım. Karşımdakiler, hatta yanımda zannettiklerim bu yazıları alnımda okuyup okuyup, canıma okumuşlar fark ettirmeden. Enseme vuruldu lokmalarımı kaybettim. “Hayır”ları unuttum. “Tamam”lar, “olur”lar, “vur belime kazma”lar yeni yazılarım oldu.
“Hayır” diyemedikçe, ya da ben “hayır” demeyi seçmedikçe, öfkem kabardı, yerli yersiz sel oldu, yıktı. Öfkelerim hemen yanı başındaki “sabırsızlık” ve “patavatsızlık” düğmelerimi ateşledi. Kar tanesi çığa dönüştü. Açtıkça ben kendimi insanların genel kullanımına “saf”lık düğmem devreye giriyor, beni çığın altında boğuyordu.
Ansızın bir ışık belirdi uzakta. Işık huzmeleri arttıkça, aydınlığa çıkan yol karşıladı beni. “Saf”lık gerçek anlamına yeniden kavuştu. “Saflık” yaftasından soyutlandığımda sabırsızlıklarıma ve patavatsızlıklarıma da duyarsızlaştım kendiliğinden. Bana nazın geçer saflığımın düğmesi, düğmeler gömleğimin üstünde artık küçücük bir nokta misali. “Safsın sen” diyorum kendime tınmıyor hiç. “Safsın sen” diyorlar bana, bana mısın demiyor. Bu gömlek artık bana dar geliyor. Düğmesiz gömleğimi giymenin vakti geldi de geçiyor.