Geleceğimizi kim nasıl yaratıyor? Siz de dahil olmak üzere etrafınızdaki her şey nasıl yaratıldı acaba? Hayatınızı planlayan ne? Başımıza gelen şeyler sadece rastlantıdan mı ibaret? Yoksa sürekli lafı edilen karmanın eseri mi?
Hayır! Hepsi düşüncelerinizin eseri.
Her şey ama her şey enerjiden ve titreşimlerden ibarettir ve “düşünce” de bir enerjidir, üstelik tüm enerjiler içinde en hızlısı, en güçlüsü ve en inanılmazı.
Yarınlarımız hakkındaki her şey bugünkü düşüncelerinizin eseri. Amacınız ne olursa olsun, ister duygusal ister başka bir amaç uğruna, aklınızdan geçen her düşünce ışık hızıyla harekete geçer ve bedeninizde bir duygu yaratır. Bu duygu o kadar kuvvetlidir ki, kendi kendinizi kanser de edebilirsiniz, bolluk bereket içinde de yüzebilirsiniz, çok mutlu olabilir ya da kaybedenler kulübünün önde gideni olabilirsiniz, veya çok güçlü bir şifacı da olabilirsiniz. Bu duygunun içeriği ne olursa olsun, oluştuğu anda ruhunuza kaydolur. Yaşam koşullarınızı ruhunuz bu duygular üzerinden şekillendirir. Kaydedilen bu duygu benzer duyguları size çekecek ve “ol”masını sağlayacaktır. Ol emri bir kere verilmiştir ve tüm evren ışık hızında birbiri ardına olayları, kişileri, ilişkileri buna göre karşınıza dizecektir. Çekim yasası emrinizdedir artık. Düşündüğünüz her şeye çok ama çok dikkat etmeniz gerekir, zira ışık hızında oluşturduğunuz bu duygular bumerang etkisiyle havada yol almaktadır ve dönüp dolaşıp size geri dönecektir. Olmuş bir şekilde.
Başımıza gelen her şeyi çok iyi irdelememiz lazım. Ne zaman ne talepte bulundum da bu başıma geldi deyip analizinizi yapmanız gerekir. Zira başınıza gelen hiçbir şey rastlantı değildir. Kaza da değildir. Karma hiç değildir. Hiç kimse başka bir kimsenin irade yada isteğinin kurbanı değildir. Herkes kendi düşüncesinin kurbanıdır ya da seçim ustasıdır. Başınıza gelen her şeyi siz düşlersiniz ve hissedersiniz. Kafanızdan ışık hızında geçer. Siz anlık bir şey sanırsınız ama ruhunuzda bir kere o duygu yaratılmıştır ve artık olması için gerekli zaman söz konusudur. Beta modunda sürekli “acabalar”la yüklü korku dolu düşünceler gelir gider. Bunları kendiniz de yaratabilirsiniz, birinden de duyabilirsiniz veya medya size bunu işleyebilir. Kimden gelirse gelsin bu düşünceyi siz gerçek olarak kabul edersiniz ve olan ya da olacak her şey bu duyguların eseri haline gelir.
Düşünceler asla ölmez veya yok edilemez.
Asırlar boyunca tüm bilgeler bizlere bunu anlatmaya çalıştı. Tüm öğretilerde bize bu açık edilmeye çalışıldı. Öğretiden öğretiye koşarken ıskaladığımız tek şey kendimize dönmek oldu. Bunu idrak edemedik çünkü şifadan tutun her türlü çözümü hep dışarıda aradık. Başımıza gelen her şey için dış etkenleri ya da başka insanları sorumlu tuttuk. Kimse “Mia culpa” diyemedi. Bu latin sözcük çok şey barındırıyor içinde. “Sorumlusu benim” anlamına gelir. Sorumlusu sizin yarattığınız duygulardır ve duygularınızın oluşmasını sağlayan enerjidir. Yani düşüncelerinizdir.
Güzeli, çirkini, doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü hep sizin düşünceleriniz yarattı. İnsanlar arası ayrımcılığı, ötekileşmeyi, sevgiyi ve korkuyu, tüm kavramları yaratan yine sizin düşünceleriniz. Siz ne düşünürseniz O’sunuz!
Hayatınızı yaratan sizsiniz. Deneyimlenen her şeyi kolektif düşünceyle siz yarattınız. Hayatınıza kabul etmeyi arzu ettiğiniz şeyleri soktunuz ve hayatı bu değerlere göre şekillendirdiniz. Sizin için ne iyi, ne kötü, ne ayıp, ne günah, sizin tarafınızdan ne onay görür ne görmez, tüm bunları sizler yarattınız. Tüm bunları düşünceleriniz yarattı. Düşündünüz ve oldu.
Nasıl düşüneceğinize, neye inanacağınıza, nasıl davranacağınıza, hatta ne giyeceğinize karar veren bir toplumu yine sizler yarattınız. Korkularla dolu bir dünyayı sizler yarattınız. Sevilmemekten, hasta olmaktan, fakir olmaktan, daha bir dolu şeyden korkar hale geldiniz. Hatta başınıza iyi bir şey bile gelse tekrarından şüphe duyar hale geldiniz. Umutsuzluğa kapılıp kendinizi değersiz kıldınız, hayatı yaşamaya değer bulmayıp kendinizi hastalıklara, yaşlanmaya ve ölüme sürüklediniz. Tüm bunların kaynağı hep düşünceleriniz. Evrenlere sığmayacak kapasitedeki engin düşüncelerinizi din, töre, toplum, moda, dogma, gelenek, görenek, ülke, ırk, milliyet, cinsiyet, cehalet içine hapsettiniz. Hepsi yine düşüncenin eseri, ama “sınırlı düşünce”nin eseri…
Sınırlı düşüncenin esiri olup sınırsız bir anlayış kavramının oluşmasına izin vermedik. Kendi beynimizin yarattığı illüzyonlar arasında o kadar boğulduk ki içimizdeki gerçeğe ulaşamadık. O kadar ki herkesin içinde var olan ölümsüzlüğü bile elimizin tersiyle geri teptik. Doğma, büyüme, yaşlanma ve ölüm döngüsünü körü körüne kabullenip bedeninizi ona göre programladınız.
Endişelenmek, hastalıklar, savaşlar, üzüntüler, korkular? Bütün bunlar niye? Neden kendinizi sınırlamak için bunları icat edip duruyorsunuz? Neden bir çocuğun saflığına geri dönemiyoruz? Neden rüzgarın özgürlüğüyle özdeşleşmiyoruz? Neden savaşmak yerine yaşamayı seçmiyoruz?
Sizi yaratan Tanrının dışarıda bir güç değil de kendi içinizde var olan bir güç olduğunu, hiçbir şey ama her şey olduğunuzu, her şeyle “bir” olduğunuzu idrak ettiğinizde artık yaşlanmayacak, hastalanmayacak hatta kendiniz istemedikçe de yok olmayacaksınız. Yarattığınız ve kendinizi hapsettiğiniz sınırlı düşünceler içinde kalmaya devam ettiğiniz sürece de sınırsız olmayı deneyimleyemeyeceksiniz.
Bir olmak… Poponuz oturduğunuz sandalye ile aynı frekansta titreştiği için onu hissedersiniz. Maddeyi algılamak üzere bedeninizin titreşimleri en yavaş frekansa göre uyumlanmıştır. Oysaki aslında daha yüksek titreşim frekansına sahip ışık enerjisinden ibaret olduğumuzu hiçbir zaman algılamayız.
Her şey enerjidir dolayısıyla düşünce de bir enerji. Başımıza gelenlerse enerjinin maddeye dönüşmüş halidir. Var olan her şey enerjinin 3 boyutlu olarak maddeye dönüşmüş halidir. Düşünceler ışık hızında hareket eder ve yavaşlatılıp maddesel yoğunluğa dönüştüğünde etrafta var olanlar yaratılmış olur. Bu hücrelerimiz için de geçerlidir. Sürekli enerjiden maddeye, maddeden enerjiye dönüşüm vardır. Beden bu şekilde hayatta kalır. Titreşimler bizi ayakta tutar. Enerjiden maddeye ya da maddeden enerjiye dönüşümde bir sıkıntı varsa blokajlar oluşur ve bu da bizi hasta eder. Enerjinin tekrar mükemmel bir şekilde akmasını sağlayacak çigong, yoga, meditasyon gibi egzersizlerle titreşimleri düzene sokar, hastalıklardan ve stresten kurtuluruz. Bu kadar basittir aslında. Ancak düşünceleri yaratan zihin en tehlikeli düşmanımızdır. Bütün düşünceleri yaratan ve başımıza gelenlerden o sorumludur. Biz ise tüm varlığımızla zihne hizmet ederiz. Zihin rahat durmaz, duyguları yaratır. Duygular ise hastalıkları. Zihni egale etmek ise verilecek en büyük savaştır. Bunu başaran duyguların dilini çözer. Duyguların zihinden değil, kalpten geldiğini gören mucizelere imza atar.
Beyin kapasitenizi tümüyle kullanıma açıp, 3. gözünüzü kullanmaya başladığınızda ve titreşimlerinizi daha yüksek seviyelere taşımayı başardığınızda yükselişe geçersiniz. Bu varlığın tümüyle birlikte başka bir boyuta yaptığınız seyahattir. Ölüm de bir yükseliştir ama bedensiz yapılır, zira onun hastalanıp, yaşlanmasına ve yok olmasına izin vermişsinizdir. Yükseliş bedenle birlikte yapılan seyahattir ve Doğu Felsefesindeki “immortal” tabiriyle bahsedilen ölümsüzlük aslında budur. Zira ölüm en büyük illüzyondur. Madde dünyasının yarattığı bir olgudur. Herkes ölmek zorunda olduğuna inanır. Tüm inanç sistemi bunun üzerine kuruludur. Seyrettiğiniz her filmde, her haberde, her dizide bir cenaze ve ölüm sahnesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla beden ölmeye programlanır. Büyüyecek, yaşlanacak ve ölecektir. Tüm hayatınız buna göre yaşanır. Çocukluğunuzu “ağabey” ya da “abla” olmak uğruna iteklersiniz. Size gülmeyi bile unuttururlar çünkü ciddi olmak erdemdir. Kalıbının adamı olan insan artık eskiden yaptığı şeyleri yapmayacaktır. Evlenmeniz, işe girmeniz, modern köleler olmanız, emekli oluncaya dek rahat bir yaşamı hak etmediğiniz gerçeği sizin düşüncelerinizin eseridir; başka hiçbir şey değil! Düşünceleriniz kadar bedeniniz de özgür değildir. Yok olmanıza doğru giden yazılım ustalıkla işlemeye devam eder.
Düşünce gücüyle bedenin moleküler yapısının titreşimlerini yükseltmeyi başaranlar ışık beden olmayı başaranlardır ve ölüm denen olayı artık sonlandırmışlardır. Her şeyin bir oyun ve illüzyondan ibaret olduğunu idrak ettiğinizde artık oyundan çıkma zamanınız gelmiş demektir. Geçmiş asırlarda insanların 900-1000 yaşlarına kadar yaşadığı gerçeği bizlerden hep saklanmıştır. Hücresel yapımız aslında yüzlerce yıl yaşayabilecek yapıdadır. Ölüm sadece bedenin sonu, sizin gerçekliğinizin değil. Ama sizin gerçekliğinizin tutumu ve düşünceleri bedeni öyle bir programlar ki ölüme dek götürür. Hayat sigortası yaparak, “Bana amca dediler” diyerek ölümü beklersiniz.
Düşünce çok tehlikelidir. Düşünce gelir. Aslında ilk düşünce zihinden değil karnımızdaki ikinci beyinden gelir. (Çigong ve Karnımızdaki İkinci Beyin) Onu saf bir şekilde gözlemlemeyiz. Zihnimiz geçmiş deneyimlere başvurur. Onu yargılamaya başlarız. Yargılamayı bıraktığınız ve gelen düşünceyi olduğu gibi alabildiğiniz zaman her türlü yetenek ve güce, bolluk ve berekete sahip olabilirsiniz. Bunu da ancak “sınırsız” düşünceyle başarabilirsiniz.
Doğum günlerini kutlamaktan vazgeçin. Biri soracak olursa “benim yaşım yok” deyin. Yaşlanma sözünü kelime haznenizden çıkarın. Yerine sonsuzluğu koyun. Hep şimdi ve şu anda yaşayın. Ne gelecek endişeniz olsun, ne de geçmiş takıntınız. Sonsuzluğunuz baki olandır, sadece buna odaklanın.
Beden düşüncelerinizin hizmetkarıdır. Ne düşünürseniz o olur. Yaşlılık düşüncesini yaratır ve onu kabullenirsiniz; beden de buna uyar, yaşlanmaya, çökmeye sonunda da yok olmaya programlanır. Size bu konuda sonuna dek hizmet eder. Yaşlanmayı, hastalanmayı, hatta ölmeyi hemen şimdi şu anda durdurmayı isteyenleriniz varsa, hemen şimdi şu anda düşünce yapınızı ve tutumlarınızı değiştirin ki öyle olsun!