Hayat içerisinde sıklıkla karşıma çıkan ve kendilerini sorgulatan kavramlar var. Bunlardan bir tanesi “başarı.” Son bir yıldır zaten bu kavrama bakış açım değişmeye başlamıştı. Annemle olan konuşmalarım, Kuraldışı PiKi eğitiminde deneyimlediğim bilinçaltı temizliği çalışmaları, kendime göre deneyimlediğim küçük başarısızlıklar…
İtiraf etmeliyim ki bir beklenti içindeydim. Belki de hala daha öyleyim… Acaba “başarıya” olan takıntım ne zaman geçecekti? Geçtiğinde ben bunu nasıl anlayacaktım? Ne zaman bir şeyler tam anlamıyla değişecekti? Ben ne zaman “Evet, artık bu sorunu DA çözdüm.” diyecektim? Kafamın içinde tüm bu sorular dönerken bir an geldi, bu kavrama olan takıntımı ve tüm çabalarımı unuttum… Biraz da boş verdim; çünkü gelişim adı verilen bu yolculukta öğrendiklerim de bana ağır gelmeye başlamıştı. Kendi iyiliğime olan bilgiyi kendime karşı kullanmaya başlamıştım. İçselleştirmeden edindiğim bilgilerle kendime idealize bir Billur yaratmıştım. O Billur’un mütevazı, sevecen, duygulu, yaratıcı ve alçakgönüllü olması GEREKİYORDU. Ancak bu erdemlere zihnimde ulaşmaya çalışmıştım. Yani kendi sivriliklerimi yakalıyor, zihnimde sürekli irdeliyor ve çözmeye çalışıyordum. Öğrendiğim nefes, meditasyon, yoga ve PiKi gibi farklı araçları kullanmayı reddediyordum; çünkü ben her şeyi kendi başıma halledebilirdim. Kendime sınırlar çizmiştim. O sınırlar içerisinde debelenip durmuş ve çok yorulmuştum. Kendimi yormuştum. Kabullenmeden yüzleşmeye çalışmıştım bu da büyük bir içsel savaş doğurmuştu.
İşte tüm bu zihinsel kaosun ortasında bir an geldi ve ben zihnime bağırdım: “YETER ARTIK SUS!” Bir anda her şey yavaşladı ve sakinleşti. Fark ettim ki ben aslında keşfetmek istiyordum. Bu yolculuğu bir bilgi kovalamacasından keyifli bir keşfe çevirmenin ruhumu rahatlattığını fark ettim. “Keşif” kelimesini dillendirdiğimde bile vücudumda o coşkuyu ve gözlerimdeki hafif nemi hissediyordum. Bu şekildeki bir yaklaşım beni hayata karşı heyecanlandırıyordu. İşte bu kararı vermemle birlikte yaratıcılığımla olan bağlantımda da değişiklikler oldu. Şimdi sanki fikirlerimin özgürleştiğini hissediyorum. Duygularımdan beslenen fikirlerim sürekli akış halinde. İlham sık sık uğruyor bu aralar. İmgeler ve hayaller hiç olmadığı kadar canlılar. Anlamlı kelimeler yetmiyor artık ve bu yetersizlik hali beni şiire ve resme yönlendiriyor. 9 yaşımdan beri aldığım teknik ve realist resim eğitimini “keşif” penceresinden değerlendirdiğimde beni asıl heyecanlandıran dalın illüstrasyon yapmak olduğunu fark ettim. Çocukken öğrendiğim teknikleri deneye yanıla kendi tarzımı yaratmak için kullanmak çok tatmin edici bir his. Üstelik bu sefer hata yapma özgürlüğüm var. Hatta hata diye bir şey yok. Çünkü bu Billur’un yöntemi… Çağrışımlarım bunlar… Belki de sanat denilen şey de işte bu! Şimdi sanata olan bu özgür yaklaşım “başarı” kavramına olan açımı değiştiriyor. Evet itiraf ediyorum alkışlanmayı seviyorum. Ancak hatalarıma karşı daha cesurum; çünkü sanat için konuşursak içimden gelenleri kim yargılayabilir ki? En büyük yargıcım “kendim” bile içimden gelen coşkuyu durdurabilecek güçte değil. Ancak ihtiyacım olan bir şey var: Hareket geçmek. Sağ beyin ve sol beyin arasındaki köprüleri kurma sürecindeyim. Böyle anlarda yakın bir arkadaşımın beni çok güldüren bir sözü aklıma geliyor: “İnanamıyorum Billur sana! Aklına bir fikir geliyor ve yapmıyorsun. Düşünsene Picasso’nun aklına bir fikir geliyor ve yapmıyor. Ya da Leonardo Da Vinci’nin aklına Mona Lisa’yı yapmak geliyor ve yapmıyor. O kadar saçma ve komik bir durum bu!”