“Nerden başlasam, nasıl anlatsam?” bu şarkı sözleri geliyor kulaklarıma tam da bu anımı dile getirir gibi. Bahar sarhoşluğu yorgunlukla karışmış, benim de zihnim bulanık her şey farklı görünüyor gözüme. Bambaşka lezzetler buluyorum havada, suda; sanki varoluşun gizemi belirginleşiyor. Uykularım bile farklılaştı son bir aydır. Olur olmadık saatlerde uyanıyorum. Derin düşüncelere dalmış buluyorum kendimi. Sonra evin içinde bir dolanıp geri yatağa gömülüyorum. Saat bazen üç, bazen altı… Güneşin doğuşuna rastlıyorum bazen, bazen de alacakaranlık… Ben ki uyku deyince hiçbir konuda olmadığım kadar istikrarlı olmama rağmen düzenimin değişmeye başladığını görüyor ve şaşırıyorum.
Doğa uyanıyor, insanlar dışarı atmış kendini. Bu yıl bahar biraz geç geldi, kış da zorladı bizleri. Bizim buralarda (İzmir) kışı pek anlamazdık aslında, illa ki güneşli günler olur, biraz yağışla atlatırdık kışı. Ama bu yıl soğuk kendini hissettirdi doğrusu, böyle olunca da bahar beni biraz daha fazla sevindirdi sanırım. Ya da nedenini anlayamadığım başka şeyler oluyor bilemiyorum çözemiyorum, çözmeye de uğraşmıyorum aslında, yalnızca tadını çıkarıyorum. Kulaklıklarımı takıp saatlerce müzik dinliyorum oğlum uyuduysa. Anların arasında bir ordan bir burdan dalıyorum hayallere. Müziğin büyüsüne kapılıp akmak ne güzel. Daha bir anlamlı geliyor sözler… Müziğin ritmini kalbimde tüm hücrelerimde hissediyorum. Of şimdi anlatmak istediğim asıl kısma geçicem de yine bu ruh hali kapladı her yanımı geçemiyorum bir türlü daha fazla, daha fazla anlatmak istiyorum bu hali… Zannımca anlatmak kolay değil yaşamak lazım. Ne kadar sürecek bilmiyorum, umarım terketmez beni bu hal deyip bağlamalı… Bu halin içinde azıcık mantıklı düşünecek vaktim olursa o vakitlerde işlerimi yapıyor, sorumluluklarımı yerine getiriyor sonra yine dalıyorum hayallere. Hayaller deyince yazı düşüyor aklıma, okunacak kitaplarım düşüyor; sıralanmış okunmayı bekleyen bir sürü kitap, yazılmak istenen pek çok konu başlığı var…
İş hayatı var, belirli saatte yatıp belirli saatte kalkmak lazım; uykusuzluğa tahammülüm yok çünkü. Bense her hafta farklı planla çıkıyorum kendi karşıma. Oğlum uyuyunca bir saat geç yatsam, meditasyonumu yapsam, yok çok uykum gelmişse saati iki saat erkene kursam, herkes uyurken kalksam,yazsam, okusam, meditasyonumu yapsam kısaca hayattan birazcık zaman çalsam… Deniyorum her birini tek tek, bazen kalkıyorum, bazen kalkamıyorum ama denemekten vazgeçmiyorum. Rutinime meditasyonu dahil ettim bu yıl; inanılmaz iyi geldi bana. Ruhsal konularla ilgilenen, okuyan pek çok kişinin aşina olduğu bir kelime meditasyon. Zihni sessize almak gibi bir şey; bilinçaltına açılan bir anahtar ve benim gibi ruhsal yol aşıklarına dönüşümün hissedilebilir yanını veren bir tadı da var. “Nerden çıkarıyorsun bunları Yurdanur?” sorusu geliyor kulaklarıma; bu kez ya annemdir ya eşim… Ne bileyim bilemiyorum çıkıp çıkıp geliyorlar davetsiz misafirlerim diyorum. İyi ki de geliyorlar beni mutlu ediyorlar, bunları yapınca mutlu oluyorum diye yanıtlıyorum bu soruları, evin şımarık kızı gibi hissederek. En rahatsız olduğum gölgem eleştirilme kaygım; sürekli antenlerim açık, eleştirilmeye tahammülüm yok. Kabul görmek, onaylanmak peşinde bir tarafım; bir tarafım da hiç takmıyormuş gibi yapıyor onaylanmayı. E böyle böyle geçiyor zaman, baharı yaza bağlıyoruz, ben vaktimi disipline etmeye çalışıyorum, sebebini anlayamadığım bir vecd haline girip çıkıyorum, işler güçler, biraz da okuyabilirsek ne mutlu. Yoksa yaşamın ne anlamı kalır bilmiyorum ki? Bana eksik geliyor büyüye dokunmamış bir hayat, hayale bandırılmamış bir saat, tatsız geliyor yaratıcılıktan beslenmeyen bir ruh…
Hepimizi hırsızlığa davet ediyorum bu yazıyla, yoksa olmayacak gibi geliyor; sihir olmayacak, aşk olmayacak, acılar unutulmayacak, gelecek kaygısı bitmeyecek gibi geliyor… Bilemiyorum artık nasıl çalacaksanız, bir yolunu bulun yaşamdan birazcık zaman çalın olmaz mı?