Bir çoğumuz takdir edilmek isteriz. Sevilmek, anlaşılmak, özgür olmak ve daha iyi bir hayat sürebilmek. Bu uğurda bir bedel ödemenin kaçınılmaz olduğunu da biliriz. Hedefe hızla ulaşabilmek için yolu kısaltma çabası içine girdiğimizde ya da yanlış bir yola saptığımızda ise her şey birdenbire karma karışık bir hal alır. Allak bullak oluruz. Bu durum kaçınılmaz bir kadermiş gibi sürekli karşımıza dikilir. Yaşadığımız çaresizlik duygusu hırçınlaşmamıza ve çözümden iyice uzaklaşmamıza sebep olur.
Böyle bir ruh hali içerisinde girişimcinin kendisine sorması gereken ilk soru belki de yanıtlanması en zor olanıdır. Çünkü kesinlikle dürüst bir yüzleşmeyi gerektirir: “Sahip olduğum işe “iş yapmak” için mi giriştim?”
Bir iş kurmak isteyen girişimci adayının başlangıçtan itibaren sorgulaması gereken temel soru bu olmalıdır. Daha sonra da bunun gereğini yerine getirmelidir. Çünkü bir işyeri kesinlikle “bir iş yapmak” için kurulmalıdır.
Duygusal yoksunlukları gidermek, sınıf atlamak, hükmetmek ve iktidar olmak gibi güdülerin ya da fakirlik ve işsizliğin yol açtığı çaresizliğin etkisiyle kurulan bir işyeri hep o kaçınılmaz sonla karşılaşır. Bu kaçınılmaz son, her zaman işyerinin kapanması anlamına da gelmeyip bir türlü sonlandırılamayan bağımlı, patolojik bir ilişki halinde de kendini gösterebilir. Böyle bir durumda iş sahibi iş yerini bir türlü kapatamaz ve ilişkinin tarafları bundan sürekli olarak zarar görmeye devam eder.
Öte yandan “iş yapmak” için kurulan bir çok işletme ise başka bir tuzağa düşerek iflasın eşiğine gelir. Bunlar genellikle “el yordamıyla” iş yapmayı alışkanlık haline getirmiş oldukça tanıdık ve de kalabalık bir güruhu temsil etmektedir. Hepimizin çevresinde bolca örnekleri bulunur. Bunların çoğu da aslında iyi niyetli, çalışkan, azimli iş sahipleridir. Hatta öylesine azimli ve tutkuludurlar ki defalarca iflas etseler de iş kurmayı sürdürürler ve asla bu tutkularına ket vuramazlar. Ta ki sahip oldukları varlıkları ve ilişkileri tükeninceye kadar.
Ne ilginçtir ki yaşadıkları bunca travmatik hadiselere karşın iş yapma biçimlerini asla sorgulama ve değiştirme gereksinimi duymazlar. Neredeyse hemen hepsi hayatları boyunca sahip oldukları “iş fikirlerine” ilişkin bir tek fizibilite çalışması yapmamıştır. Bir iş planları yoktur. Belli bir stratejiye, tanımlanmış bir vizyona asla sahip olmamışlardır. Çoğunun bu kavramlara ilişkin bir fikri bile yoktur. Paldır küldür iş kurarlar ve metanetle batırırlar.
Bu platonik ve ironik semptomlar, kurulan her yüz işletmenin üçte ikisinin ilk beş yıl içerisinde, kalanların ise yaklaşık yarısının sonraki beş yılda piyasadan silinmesine yol açıyor.
O halde kuracağınız işin yani biricik hayalinizin daha sonra bir kabusa dönüşmesini istemiyorsanız, iş kurmanın ve geliştirmenin bilimsel aşamalarını öğrenmeli ve öylece girişmelisiniz.
Bir sonraki bölümde sizlere biricik hayalimizin bir kabusa dönüşmemesi için atılması gereken adımları anlatacağım. Başarılı, mutlu ve her aşamasında kendimizi gerçekleştirdiğimiz kazançlı girişimler dilerim.