Uzun saçlarım ve saçlarımdaki kırıklardan daha da çok kırıklarla dolu kalbimle buradaydım yine. Ama hava daha da soğuktu bugünden. Berem, atkım, kalın yeşil paltom bedenime kâr etmiyordu. Soğuk da bana laf geçiremiyordu. Deniz kenarında durmuş, dalgaların ayaklarımın altındaki beton duvarı dövüşünü; duvar üzerindeki demir parmaklıklara kalın, kirli urganla bağlı kayığın hırçın dalgalarla suyun üzerinde iniş çıkışını; karşıdaki puslu ışıkları; denize yansıyan köprünün titrek ışıklarını seyre dalmıştım. İsli gri hava ve iyot kokusuna karışan, yandaki meyhaneden gelen rakı-tütün-balık kokusunu içime çeke çeke, içimi çeke ağlıyordum. Dalgalar yüreğime çarpıyor, yüreğimi oyuyor, sızlatıyor, açılan yaralarımı tuzla yakıyordu.

Uzun uzun bakmıştım bu oluşa.

Gitmeyecektim. Onunla yaşadığımız eve gitmeyecektim. Ama arkadaşlarımla yaşadığım diğer evime de gidemiyordum.  Kar döküştüren, buz gibi soğuk donuk gökyüzü altında mıhlanıp kalmıştım. Bir kar tanesi kirpiğime düştü, telefonum çaldı. Kırık, bildik o duygulu ses. “Gelmeyecek misin sevgilim?” Sustu. Sustum. Telefonu kapattım. Bir kar tanesi telefonun ekranına düştü, ekran ıslandı, kolumla kuruladım, yüzümü yana çevirip meyhanenin kapısına baktım, kenarda bir kedi kabarmış tüyleriyle kendi içine doğru yumulmuş uyuyordu. Ne yapacaktım şimdi?

Her şey değişiyor. Yaşamın doğası böyle iken ya sahiplendiğimiz kişilikler; etiketlerimiz; sıfatlarımızla kendimizi tanımlayıp, sabitleyip, o sabitlik içine hapsolmalarımız?

Anne karnından bugüne dek tekrarlarla oluşan, bu tekrarların hafızamıza yerleşmesiyle, hafızadan gelen bilginin yazdığı hikâyedeki insanı bütünümüz sanmak. Onunla özdeşleşmek. Bu özdeşleşme ile varlığımızı ifade ederek, gün gün güçlenen sahiplendiğimiz bir “ben” içine kilitlenmek. “İyi” bir sıfatın bile yapışıp kalması üzerimize; yapış yapışlıktan çıkamayıp, bize yüklenen bizim kabul ettiğimiz o kişilik içinde yitmelerimiz. Eh haklısınız güvenli bir alan burası. Şurada hapislikte volta atıp, saat dolduralım işte. Öyle mi?

Bir zamanlar sadece siyah ve koyu renkler giyer; uzun saçlarımı dağıtır; ağır postallarla hiçbir şeyi umursamaz yürüyüşümle insan arasında gezinirdim. Hâlbuki çocukken rengârenk, cicili bicili, çiçekli böcekli kıyafetleri; ojeli tırnakları pek bir bayılarak izlerdim. Televizyonda ne zaman tüllü, kabarık, renkli, uçuşan kostümler görsem anneme “Anneeeee bana bundan al n’oooolursun!” diye seslenirmişim. Annem anlatıyor, o da “Alırım yarın” dermiş. Hiç olmadı öyle bir şey, orası başka.

Ne zaman unuttum o renk cümbüşünü? Sanırım benliğimi, bana örnek gösterilen bir akrabamın “Süslü, sen hemmen kocaya kaçarsın bu gidişle” diyen alaycı sözlerine kaptırmamla başladı koyu ve hırpani bir tarza kaymam. Zamanla bu tarz benim üzerime yapıştı; “entel dantel giyimi” diye bir tanım ve belli bir sınıf vardı, belki bilirsiniz. Sadece giyiminiz, saç şeklinizle bu zümreye giriverirdiniz; ben de kendimi o sınıfa sokuverdim. Kendimi bir sınıfa dâhil etme, onunla var etme, kişilik sahibi, “karizmatik” olma çabalarım uzun süre devam etti. Ha bu arada pek bir olgun, mesafeli ve asık surat şarttı benim zihnimdeki dünyada. “Yaşından çok olgunsun” benim için iltifattı. Aslında biraz evet yaşımdan da olgundum gerçeği söylemek gerekirse. Bir de hiç topuklu ayakkabı giymez, giyenlere burun kıvırıp dudak bükerdim gözlerimi şöyle bir yukarı aşağı devirerek.

Hele bir de sahiplenilen sıfatlar yok mu?

İyi kız, sakin, oturaklı, yumuşak huylu, ciddi, sessiz, spiritüel, anlayışlı, başarılı, çalışkan, tembel, uykucu, neşeli, güleç, huysuz, uyumlu, sinirli, cesur, korkak, bakımlı… Artık siz getirin canım gerisini. Ömür boyu olmak zorunda olmak bir şey, biri, yok şöyle yok böyle bir şahıs.

Yok arkadaş ben bazen neşeli, bıcırdak olabilirim bazen de sakin, suskun, hüzünlü. Bazen korkabilirim bazen cesurca atlayabilirim yaşamın orta yerine. Bazen pembe giyerim bir bakarsınız tüller, danteller içindeyim; hay allah yarın Bittiçi’den aldığım bol paça pantolonumun paçaları yerleri süpürüyor. Yahu insanın içi renk renk; cümbüşlü. İç hal değişir, dış hal değişir, hallerdeki meyveler değişir… Ne oldu çok mu kişiliksiz buldunuz beni efenim? Çoook kişilik sahibi kız yerine, aman kişiliksiz olup daha geniş bir alanda dolanayım be dostlar. Yeter ki farkında olayım anın içinde, içimden gelen yönelimi, içerden gelen hareket bana istediğini giydirsin, söyletsin, yaptırsın, yazdırsın, belki de giydirmesin, soyup çıplaklaştırsın. Sımsıkı tutunmaktan, yapışmaktan, sahiplendiğimi kaybetme kaygısıyla imaj yaratıp ona tırnaklarımı geçirmekten yeğdir ara ara bırakabilmek bir şeyleri, sıfatları, tanımları, bir yerleri, meslekleri, birilerini, “kendim” dediğini. Ha biliyorum insanız elbet, elbet kendimizi tanımlamak, ait olmak, bilmek, sınırlarımızı çizmek, biri olmak ihtiyacındayız. Bu ihtiyaçlarımızı da fark edip, izleyip, bu tanımın içine yerleşme isteğinin/ihtiyacının altında olana şöyle çarşafı ufacık kaldırıp bakmaya azıcık gönüllenmemiz pek bir iyi olmaz mı hanımefendiciğim, beyefendiciğim, kişiliklim?

“Ah o tanımlar, sıfatlar, etiketler olmazsa ben kim olacağım? Ürkütücü, boşluk, karanlık var bunlardan vazgeçersem” mi diyorsunuz? Ben bazen öyle diyorum da. Kim olursan ol da biraz rahat ol, karnından kopup gelen sese kulak ver, onunla hem hal ol. Pek bir kolaymış gibi yazıverdim değil mi? “Kolaysa sen yap da biz de ‘Helal, pek bi spiritüel kız’ diye alkış tutalım” diyen mi var aranızda? Yok arkadaş, beni ne bir sıfatımdan dolayı alkışlayıp pohpohlayın, el üstünde tutun, ne de yerin. Yeterince fikrim var zaten kendi hakkımda. Hem de çoğu yalan, uydurma, hikâye. Yeni yüklere gerek yok dostlar.

Her halimle olmama izin veren canlara müteşekkirim. Sevgi de bu değil mi? Karşındakinin olduğu gibi olmasına razı gelmek; senin zihnindeki gibi olmadığında da ona sarılmak. Tamam canım sarılmak zorunda değilsin, yeter ki kendi içsel araştırmasında şekilden şekle girenin, şekilsizliğin-tanımsızlığın-birliğin bir ifadesini tecrübe edişine açık ol. Bu da pek kolay olmadı. Niye mi? Çünkü karşındaki dediğime bakma, karşındaki dediğim de sensin de ondan. Kendinin, içten gelenin elleriyle şekillenmesine, olduğun gibi olmasına, değişebilmesine, eylemine, geçirgenliğine ve geçirgen olmayışına razı olmak değil mi sevgi?

Ders sonrası, “Tamam şimdi de o halinle kucaklaşalım” diyene teşekkürümle.

Bugün kısacık kesilmiş ve yanları pembeye boyalı saçlarımla soğuk ama dondurmayan bu gecede, yine aynı yerdeyim. Deniz hafif dalgalı. Kayık eski yerinde bağlı; dalgalar mavi-beyaz-kırmızı gövdesine çarptıkça şıp şap şup sesler çıkıyor. Yosun kokusuna anason kokusu karışıyor. Karşı kıtadaki titrek ışıklara göz kırpıyorum. O hüzne ne oldu, nereye kayboldu şimdi o sancılı anın içimdeki esintisi? Aynı yer, aynı mevsim, aynı… Yok aynı değil, hiçbir şey aynı değil, hiç kimse aynı kalmadı.

Fuşya rengi topuklu ayakkabımı giyerek huzurlarınızdan çekiliyorum. Kişiliksiz yazıma kişiliksiz yorumlarınızı ekleyerek, bu kişiliksizliği daha da zenginleştirip, beni saadet çimleri üzerinde yuvarlanmaya bırakabilirsiniz.

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/kisiliksiz/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/kisiliksiz/" data-text="Kişiliksiz" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/kisiliksiz/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>Temel ve orta seviye yoga hocalık eğitimini Cihangir Yoga’da  tamamladı.<a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2.jpg"><img fetchpriority="high" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-3444" title="bade2" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2-236x300.jpg" alt="" width="236" height="300" /></a><br /> Öğrencilerinden öğrenmeye ve içsel araştırmalarıyla eğitimine devam ediyor.</p> <p>Hissetmek, doğasını fark etmek, kabul etmek ve özgürce ifade edebilmek onun uygulaması. Nefes farkındalığı, meditasyon ve his araştırması derslerinin özü. Katılımcıların, güçlendiği, esnediği, köklendiği, yumuşadığı serilerden oluşuyor dersleri. Öğrencilerin, asanalara (yoga pozlarına) hem güvenli hem sınırlarını araştırarak girmelerine, kendilerine en uygun hal içinde kalmalarına ve çıkmalarına destek olurken kendilerine samimice yaklaşmalarına aracı oluyor.</p> <p>Godfrey Devereux, Svagito Liebermeister, Wayne Liquorman, Erich Schiffmann gibi isimler hem yoga anlayışını hem hayat anlayışını etkiledi, genişletti.</p> <p>Yazıyor, yazmaktan besleniyor. Yazmak onun için hem bir süreç hem sonuç. Çokça aslında kendine yazıyor. Kendine yazdıklarından, etrafına veriyor.</p> <p>Hayat onun için; araştırmak, keşfetmek, içinde olanı vermek, vermekten öğrenmek, sevmek.</p> <p>Diyor ki:</p> <p>Kuraldışı’nda katıldığım Yaşam Okulu eğitimleri hayatımı derinden etkiledi. Merdivenlerinde oturup kaldığım ve bir türlü gidemediğim o günden sonra hayatım; her an değişen, dönüşen, gelişen, kendimi arayışımla zenginleşen canlı bir organizmaya evrildi. Potansiyellerim bir bir ortaya çıkmaya başladı. Yaşamım yepyeni bir boyut kazandı.</p> <p>Bundan sonra ne olacağı meçhul. Yol nereye gider, beni nereye götürür bilinmez. Ve her şeyiyle yeniyi, geleni, olanı hevesle kucaklamayı deniyorum, mümkün olabildiğince, elimden geldiğince. Yaşamın ve kendi doğamın her haline EVET’i araştırıyorum.</p> <p>İçimdeki öz sizin içinizdeki özü selamlıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This