Heyecanlıyım; küçük çapta bir aydınlanma yaşadım.
Beynimde her şeyi sorgulamayı kendine huy edinmiş bir yer var. Seviyorum orayı. İş yaparken, annelikte, bu ülkede yaşarken hep kutup yıldızı gibi yol gösteriyor bana. Tabii ki zaman zaman başıma bela oluyor. Olsun varsın.
Bu sorgulayan bölgenin sesini, bir konuda uzun süredir kısmıştım. Oysa beynimde fıkır fıkır oynaşarak şunu sorguluyordu: “Farkındalık çalışmaları iyi, hoş, güzel. İşe yaradığını bizzat tecrübe ediyorum. Ama insan olduğu haliyle mükemmelse bunları otomatik olarak yapacak sistem neden gelişememiş? Niçin bunlar için ekstra çaba gerekiyor?”
Başlarda bu soruyu, o an dilim döndüğünce, çeşitli ortamlarda Wayne Liquorman, Svagito ve Erich Schiffmann’a (adını yazarken onu ne çok özlediğimi fark ettim ve yarım saat içinde bir video geldi kendisinden, böyle tesadüflere bayılıyorum) sordum. Tabii ki bu aşmış insanların cevabı da beni aştı. Hatta sanırım bu soruyu sorduğumda Svagito bana “Neden ve niçin entelektüel sorulardır!” diye fırça bile kaymıştı.
Düşünsel bir cevap bulmaktan umudu kesip Pastoral Vadi’de, David Cornwell’in muhteşem meditasyon eğitiminin inzivasında da bu sorumu bir kâğıda yazıp sonra sobada yakmıştım. Kendisiyle sulh etmiş ve vedalaşmıştım. Bu konu hakkında beynimde bir daha neden ve niçin soruları yankılanmadı.
Aslında meditasyon ile elde etmeye çalıştığım şeylerin doğal olarak içimde var olduğunu biliyordum; dolayısıyla beynimin anlamak için yanıp tutuşması beni pek etkilemiyordu. Bu bilginin kaynağı hislerim ve sezgilerimdi ama aklım bunu almıyordu.
Meğer aklımın da anlayacağı bir açıklaması varmış; yani bunları otomatik olarak yapacak sistem meğer bedenimizle beraber gelişiyormuş.
Eline Snel’in Çocuklarla Farkındalık Pratiği Eğitimi’nin dördüncü dersinin bir bölümünde UCLA’de öğretim üyesi olan psikiyatr Daniel Siegel’ın bir videosunu izledik. Kendisi aynı zamanda Mindsight Institute’da ve UCLA bünyesinde yer alan Mindful Awareness Research Center’da (Bilinçli Farkındalık Araştırma Merkezi) çeşitli araştırmalar yürütüyor.
Bu kısa videoda Daniel Siegel, beynimizin prefrontal korteks bölümünün sorumlu olduğu bir kabiliyetinden bahsediyor: Durabilme kabiliyeti. Biraz başa sarıyorum; prefrontal korteks en çok insanlarda gelişmiş olan beyin yapısının adı. Bu beyin yapısının orta kısmından -yani orta prefrontal korteks bölgesinden- limbik ve beyin sapı bölgesine bağlanan sinir lifleri, irrite olmuş/edilmiş limbik ve beyin sapı bölgelerini sakinleştirme yetkinliğine haiz. Yani orta prefrontal korteksin böyle bir doğal bir gücü var! Farkındalık çalışmaları ise prefrontal korteksin bu doğal gücünü pekiştiriyor. Pratiğini devam ettirdikçe de bu kişide bir davranış biçimi olarak oturuyor. Çünkü beraber ateşlenen nöronlar birbirine bağlanırlar. Bir nevi refleks geliştirmek gibi.
Mesela, bir çocuk kızgınsa ve beyin sapı “savaş” dürtüsü veriyorsa, limbik beyin bu dürtüyle çalışıp korku duygusunu uyandırır. Bedende kalp atışı hızlanır, beden yanmaya başlar; böylece çocuğun gidip birine patlatası ya da şiddet içeren başka bir şey yapası gelir. İşte prefrontal korteks o an durmamızı sağlar. Durmamızı sağlayan beyin bölgesi aynı zamanda olan bitenle alakalı iç görü sahibi olmamıza (çok kızdım, kalbim çarpıyor), empati geliştirmemize (belki yapabileceğinin en iyisini yapıyor) ve hatta erdem edinmemizi sağlar.
Bu benim için çok büyük bir bilgi. Yani meditasyonla nöron yollarının değiştiğini biliyordum fakat bir şeyin değişmesine gerek kalmadan bu doğal becerinin beynimizde var olduğunu bilmek benim için çok önemli bir bilgi! Fabrika ayarlarımız meğer zaten meditasyon modundaymış.
Durmak
Sitting Still Like a Frog kitabının yazarı Eline Snel, Çocuklarla Farkındalık Pratiği Eğitimi’nin dördüncü dersini Ebeveynlik Stresiyle Baş Edebilmek konusuna ayırmış. Stres yönetiminin önemli bir adımı, hislerimiz ile eylemlerimiz arasında bir ara verebilmekten geçiyor. Yukarıda bahsettiğim gibi bu doğal olarak içimizde var.
Eline’in değindiği aşağıdaki sorular, eyleme geçmeden önce durduğumuzda olan biteni anlamak için harika bir yol haritası:
Durumu stresli hale getiren nedir?
Bu esnada bedenin ne tür sinyaller verdi?
Bu stresli durumda verdiğin ilk tepki neydi?
Savaş mı; bağırmak, patlamak?
Kaç mı; “Eğer ağlamayı kesersen dondurmayı alacağım.”?
Don mu; paniklemek, kalakalmak?
Genel olarak bunlardan bir tanesine yönelimimiz olur; bu konuda şahsi araştırma yapmak enteresan olacaktır. Böylelikle bu eğilimimizi daha kolay tanırız.
Adını koymak, isim vermek
Eline’in bahsettiği ve benim çok işime yarayan bir yöntem de o anki halime isim vermek. Çok basit ve müthiş işe yarıyor. Herhangi bir konuda eğer kızmaya başlamışsam o an sinirli olduğumu kendime beyan ediyorum. Sinirli olduğumda yapmaya yatkın olduklarım sanki bu isimlendirmeyle kovalanıyor gidiyor ve yatkın olduğum davranışlara hemen meyletmiyorum. Her defasında değil belki, ama daha çok durdukça ve otomatik tepki vermekten kaçındıkça, beraber ateşlenen nöronlar birbirine bağlandığı için bu durum da otomatikleşmeye başlıyor. Böylelikle de bu yeni davranış biçimi yeni nöron yolu olmaya başlıyor. Bir nevi bu yaşıma kadar oluşan eski reflekslerimi zayıflatıp, farkındalıklarla yolunu bulan yeni bir refleks geliştiriyorum.
Çocukların davranışlarında bunu görmek bana çok ilham veriyor. Ela bana kızdığında “Kızdırttın (kızdırdın diyeceğine) beni” diye hemen isim koyabiliyor. Duygusunu yakalıyor. Benim de tek yapmam gereken, o anki hissimin adını koyabilmek; “Şu anda kızgınım.” diyebilmek.
Sepin İnceer