Son günlerde dünyanın kötüye gittiğini çok fazla dile getirmeye başladım. Dünya artık güvenli değildi. Dünya benim evimdi ve ben evimde kendimi güvensiz, çaresiz hissediyordum. Bu endişeler benim aidiyet duygumu kemirirken, ben bu dünyaya ve bu yüzyıla ait değildim.
Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre ‘’güvenlik ve ait olma isteği’’ en temel ihtiyaçlarım arasındaydı ve ben karşılanmayan ihtiyaçlarımın yoksunluğunu yaşıyordum. Başka bir dünya mümkün söylemlerine olan inancımı kaybetmiştim. İnsanlar gitgide daha da kötülüğe batıyordu ve karanlık iyice çökmüştü üzerimize. İnsanların iyiliği seçmeleri için geç kalınmıştı. Dünya masum bebeklerin canilere, katillere dönüştürüldüğü bir yerdi artık benim gözümde.
Dünya tarihi, savaşlarla, katliamlarla ve buhranlarla doluydu; atom bombasını, Auschwitz toplama kampını yazıyordu yakın tarihimiz. Acı hep vardı. Atalarımızın bize mirasıydı gelecek kaygıları ve var olma mücadeleleri.
Bir annenin bebeğini sevmesi, şefkatle sarılması, bebeğinin ihtiyaçlarını karşılaması ve bebeğin, annesinin gözlerinden dünyaya bakarken, dünyanın güvenli bir yer olduğuna inanması gerekiyordu. Fakat anne kendi gözlerinde sevgiyi görüyor muydu? Dünya onun için çoktan güvenilirliğini yitirmişti zaten. Karanlıktan aydınlığa çıkmak neredeyse imkansız mıydı?
İyilik-kötülük, aydınlık-karanlık, gündüz ve gece birbirini tamamlıyor ve birbirinin varlığında anlam kazanıyor. Yaşam zıtlıkları içinde barındırıyor. Yaşamanın tadının ölümün varlığıyla anlaşılması gibi…
Her birimiz kendi içimizde bir bütünüz. Tamız. İyi-kötü, güçlü-zayıf yönlerimizle ve mutlu-mutsuz anlarımızla kendimizi tamamlıyoruz. İç kaynağımızı keşfetmek ve ona güvenmek yerine bizi başkalarının tamamlamasına ihtiyaç duyuyoruz. Kendi yaralarımızı sarmak yerine, yaramıza merhemi etrafımızda arıyoruz. Tam ve tamam hissetmek için eksik parçayı arayıp duruyoruz tüm yaşamımız boyunca. Tarih boyunca insan, doğanın bir parçası olduğunu unuttu sanki. Kendimizi doğadan, doğadaki diğer canlılardan üstün sayıyoruz. Doğaya zarar veriyoruz. Doğanın tüm mucizelerini yok sayıyoruz. Toprağa dokunmuyoruz. Beton yığınları arasında gökyüzünü bile görmüyoruz çoğu zaman. Ağaçların heybetinin farkında değiliz. Yüzümüzü hırslara ve güç tutkusuna çevirdik. Satın alma gücü, hükmetme gücü, kontrol etme arzusu ile yanıp tutuşan bir toplum yarattık. Doğayla bağımızı kopardık ve doğallığımızı yitirdik. Bütünlüğü bozduk biz. Artık doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlamıyoruz. İnsan canlısı kendini tüm hayvanlardan, bitkilerden ayrı görüyor ve dünyaya hükmediyor. Böylece dünyayı karanlık bir sis perdesi sarıyor anbean.
Ancak doğaya dönüşle gün ağarmaya başlayacak. Her birey kendi içinde bir bütün olduğunu ve daha büyük bir bütünün parçası olduğunu tekrar hatırladığında daha iyi bir dünya mümkün olacak. Tüm canlıların bir olduğunu ve aynı dünyaya ait olduğumuzu yeniden keşfedeceğiz bir gün. Tarih kitapları iyiliği, barışı, dostluğu, bütünlüğü yazacak o gün. Anneler bebeklerine şefkatle sarılacak ve daha güvenli, sevgi dolu bir dünya bırakacaklar arkalarında.
Şükran Akgün