İnsanı usulca ve olabildiğince kibarca, fakat karnına yumruk yemişçesine inciten bir sorudur bu; kısa veya uzun bir gecenin sonunda hesap ödenip mekândan çıkıldıktan sonra ya da nezaketen bırakılan evde kapı ağzında, ayrılmak üzereyken yumuşak bir sesle, karşı tarafı kırmaktan çekinilerek ağızdan dökülüverir: “Arkadaş kalamaz mıyız?”

Bundan ne anlamamız gerektiği çok açıktır. Şefkat ve duygu yüklü bir geleceğe uzanabilecek bir yolun kapısı nazikçe, fakat kesinkes kapanmıştır. Yine başaramamış, yine görünmez olmuş, yine bir kenara itilmişizdir. Üstelik tüm bunlar suratımızda manasız bir gülümseme ile olup bitivermiştir. Gizlemeye ne kadar çalışsak, hatta varlığını inkâr da etsek, karşı taraf hakkımızdaki en rezil hakikatleri bir şekilde fark etmiş olmalı ki, mantığını kullanıp yol yakınken uzamaya karar vermiştir. Birkaç saat önce karnımızda kelebeklerle ve yükselen umutlarımızla çıktığımız eve yine yalnız, yine bedbaht döneriz.

Arkadaşlık daveti hakaret gibi gelir kulağa, çünkü etrafımızda pompalanıp duran romantizm kültürü, ergenliğimizden, belki de çocukluğumuzdan beri mütemadiyen şunu kazıyıp durmuştur zihnimize: Varlığımızın amacı aşktır; arkadaşlık ise değeri çok daha düşük bir teselli ödülünden başka bir şey değildir.

Bu ortak akıl önermesi hiçbirimize şaşırtıcı gelmese de, aşkı bu kadar övüp göklere çıkaran tezlerin temeline baktığımızda aşıkların kendi davranışlarından, kendi memnuniyet beyanlarından ve kendi halet-i ruhiye izahlarından başka bir şeye rastlayamayız.

Oysa ki aşkı, yarattığı etki, sebep olduğu gözyaşı miktarı, maruz bıraktığı hayal kırıklıkları, adına savrulup yağdırılan ağır hakaretler üzerinden değerlendirecek olsak, ona biçtiğimiz payeyi vermez ve hatta bir tür akıl hastalığı veya sapkınlık biçimi olarak görebilirdik. Düşünsenize, aşıklar arasında hiç de ender yaşanmayan birçok sahneyi apaçık bir düşmanlık ilişkisi dışında tahayyül etmek neredeyse imkansızdır. Âşık olduğumuz kişiyi en moralsiz halimizle onurlandırmamız, en yaralayıcı hakaretlerle sarsmamız, en haksız suçlamalarla perişan etmemiz işten bile değildir. Hayatımızda kötü giden her şey için doğrudan âşık olduğumuz kişiyi suçlar, ona hiçbir açıklamada bulunmadığımız halde aklımızdan geçen her şeyi anlamasını bekler, ufacık hatalar ve yanlış anlamalar karşısında homurdanıp öfkeye kapılırız.

Oysa ki, çıkılan bir yemeğin ardından telaffuzuyla bizi darmaduman eden, sözüm ona daha düşük bir kıymete sahip arkadaşlık ilişkilerinde en asil erdemlerimiz gizlidir. Orada sabırlıyızdır, birbirimizi yüreklendiririz, hoş görürüz, güldürürüz ve her şeyden önemlisi incelikli davranırız. Çok daha az beklentimiz olduğu için, sonsuz ve sayısız kez affedebiliriz. Karşı tarafın bizi tam ve eksiksiz bir şekilde anlayacağını varsaymıyor olduğumuz için, kusurları ve hataları büyütmez, insanlık hali der geçeriz. Arkadaşlarımızın bize koşulsuz hayranlık duyması ve ne yaparsak yapalım biz terk etmemesi gerektiğini düşünüyor olmadığımız için, çok daha fazla çaba sarf eder, eğlenirken eğlendirmeye, mutlu olurken bir yandan da mutlu etmeye çalışırız. Yanımızda arkadaşlarımız varken en iyi taraflarımızla var oluruz.

Ne tuhaftır ki, aşkla ilişkilendirilen romantizmin zevklerine ulaşabileceğimiz hakiki yol aslında arkadaşlıktan geçer. Bunun kulağa şaşırtıcı gelmesinin tek sebebi, gündelik arkadaşlık tasavvurumuzun az gelişmiş bir hale bürünmüş olmasından kaynaklanır. Arkadaşlığı kırk yılda bir, havadan sudan konuşup, birkaç saat takıldığımız tanışıklıklarla ilişkilendiriyor olduğumuz için şaşırıyoruz buna. Halbuki gerçek arkadaşlık –haydi adını koyalım dostluk–çok daha derinlikli ve yüceltilmeyi hak eden bir şeydir: İki insanın en kırılgan taraflarını görüp hissedebildiği; birbirlerinin budalalıklarını karşılıklı suçlamalara dönüştürmeden algılayıp sindirebildiği; birbirini güven dolu bir huzurla kucakladığı ve dünyada varoluşun getirdiği üzüntü ve trajedileri nüktedan bir zekâ ve samimiyetle karşıladığı bir arenadır.

Kültürel olarak ve hep birlikte düştüğümüz büyük bir yanılgı var. Bu yanılgı bizleri daha da yalnızlaştırmakla kalmıyor, gereğinden çok daha üzgün bir hale de getiriyor. Daha güzel bir dünyada en nihai amacımız, herkesten ve her şeyden öne koyup baş tacı edeceğimiz biricik sevgiliyi bulmak değil, aklımızı ve enerjimizi sahici arkadaşlardan oluşan bir çember kurup bunu beslemek amacıyla kullanmak olurdu. Böyle bir evrende yaşıyor olsaydık eğer, hayatımızın geri kalanında bize yoldaşlık edebileceğini sandığımız, ama öyle olmayacağını fark ettiğimiz insanlara mahcup bir gülümsemeyle şunu diyor olurduk: “Çok üzgünüm ama, sevgili kalamaz mıyız?”

Çeviri Defne Orhun,
Yazının orijinali
http://www.thebookoflife.org/couldnt-we-just-be-friends/

 

 

 

Share This