Yeterince kitap okumuştu, artık yazmak da istiyordu. İmlasını daha da geliştirmeliydi, bu yüzden ‘belki de konuşmakla başlamalı’ diye düşündü. Okuduğu kitaplar hakkında, okuduklarının kendinde oluşturduğu düşünce ve inançlar hakkında, belki daha sonra yazacakları hakkında. Aslında “yazacakları” gibi yuvarlak sözcükler yerine ‘yazacağı kitap’ gibi daha net şeyler söylemek ya da yazmak istiyordu içinden, daha da ötesi “yazacağı kitaplar” demeyi arzu ediyordu. Evrene güzel mesajlar vermesi gerektiğini duymuş, inanmış ve hatta deneyimlemeye başlamıştı bile. Hatta daha güzel olmasının yanında daha net, daha anlaşılır, daha doğru da olmalıydı. Hani eskilerin “efradını cami, ağyarını mani” dedikleri cinsten olmalıydı mesajlar. ‘Mesajlar’ sözcüğünü yazarken bile, kendini sürekli frenlemek isteyen inançların hala içinde var olduğunu bir kez daha deneyimleyerek fark etti. İçindeki “kıtlık bilinci”, azla idare etmelisin, o yüzden isterken de, hayal ederken de, azla yetinmelisin, diyordu sürekli. Değiştirmeliydi bu kıtlık bilincini. Yazıyı yazarken bile ‘acaba ipin ucunu kaçırıyor muyum?’ diye düşündü, ya zaman yetmezse, ya gereksiz ayrıntıya girersem, ya toparlayamazsam, diyordu bir taraftan. ‘Ya hu, dostum! sen kendi başına yazıyorsun, kendinle bile sohbet ederken bu kadar kısıtlamakendini, zaman bol, hayal alemi geniş, evren sınırsız, rahat ol, huzurlu ol ki , ol ki yaradan gücün ortaya çıkabilsin. Durdu üç derin nefes aldı burnundan, ağzından boşalttı, hazırdı, yazmaya başladı:
Ne diyorduk?
Evrene net mesajlar vermeliyiz “efradını cami, ağyarını mani”. Yani, her bir ferdini/bileşenini bünyesinde barındıran; oraya buraya çekilmesine/ağyar yapılmasına da izin vermeyen bir tanımı olmalı evrene iletilecek isteğin. Evren net olmayan mesajları dikkate almıyor zira. Bir “Ulu bilgisayar” gibi çalışıyor yani. Hani anlatılırdı eskiden, bilgisayar ilk icat edildiğinde ’bilgisayara en zor soruyu sorana ödül verelim demişler’ de bizden Temel gitmiş, adet olduğu üzere :). Herkes sormuş en karmaşık matematik problemlerini, en zorunu bile uzun bir zamanda da olsa çözebilmiş, bilgisayar. DerkenTemel girmiş içeri bir şey sorup çıkmış, beklemişler zaman geçmiş cevap yok, gün geçmiş yine yok, makina çalışıyor mu diye bakmışlar, evet çalışıyor ama hala cevap yok. Tamam demişler, ödülü sana veriyoruz ama, nedir şu sorduğun zor soru bilmemiz gerekiyor? Hiç demiş Temel “ne var ne yok?” dedim
İşte buna benzer şekilde çalışıyor “Ulu bilgisayar”. Net olmalı iletiler. Evrene soracağın sorular da net olmalı, nasıl bir yanıt bekliyorsan ona göre sormalısın. Nasıl bir sonuç bekliyorsan ona göre talep etmelisin. Tanrım bana çok para ver! Çok? nasıl yani? Ne kadar çok? En çok! En çok da ne kadar? Bak olmuyor işte, net olmalısın. Sonra isteğin evrensel yasaları ihlal etmemeli. Teme’’in hikayesini değiştir şimdi. Mesela yarışmada soru değil de bilgisayara patinaj yaptıracak ya da “kayış attıracak” bir şeyler söyleyene verilecek olsun ödül. Şöyle olabilir miydi örneğin ‘şimdi kendini hemen yok et!’ Bilgisayarın yanıtının da şöyle olması muhtemeldi ‘Hadi oradan!’ ‘bu istek, benim var oluş amacımla çelişiyor’. Örneğin Evrenden ‘yukarı düşmek istiyorum!’ diye bir talebin olmuş olsun, ya da ‘aşağı yükselmek istiyorum!’, hatta sonuna da ‘lütfen!’ eklemiş ol. Bir ‘höst!’ gelebilir belki, eğer yukarıda bir yerlerde “şakacılar” var ise?. ‘Programda “yukarı düşmek , aşağı yükselmek” gibi tanımlar yok aşağı düşmek ya da yukarı yükselmek var’ Tabii bu arada şakacıların daha önemli işleri yoksa, senin talebine nazaran daha bi “höst!”lük talep mevcut değilse
Aslında yazmak istiyordum, eveett!, işte oluyoorrr!
Oluyor da, böyle ünlü harfleri uzatınca mı daha iyi oluyor, ünsüzleri mi? Ne olur, ne olmaz; her ihtimale karşı ben her ikisini de uzatayım bari. Bak bu benim elimde. Benim elimde olmasına elimde de; ya bunu okuyacak olanlardan ve doğal olarak Evreni oluşturan bileşenlerden biri olan birinin, hoşuna gitmezse? Gitmeyebilir, bu da doğal. Peki, Evreni var eden “Yüksek Bilinç” ya da “Ulu Bilgisayar” evrenin her bir bileşeni tarafından, takdir görüyor mu? Hayır! tabii ki. Öyleyse devam…
Sen, şu ana kadar yazdıkların evrenin küçük mutfakçıklarından bir olan, şu senin dost ve arkadaşlarının olduğun KURALDIŞI DERGİ’ye bir gönder bakalım, ne diyecekler? Tuzu mu fazla, yağı mı eksik, az mı pişmiş sana geri dönerler. Evren hiç bir şeyi cevapsız bırakmaz zira, yeter ki; “efradını cami, ağyarını mani” şekilde iste
Dostluk, sevgi ve güzellikle hoşça olun…
Sezai D. Şahin
sezaidsahin@outlook.com