Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde
Pablo Neruda
Öyle kolay değil Moka’yı sevmek. Yumuşak tüyleri kaçıverir elinizin altından. Tam yanınıza yaklaşıyor sanırsınız, siz ona yöneliverince… pırrrr kaçar. Bir köşeden seyreder yaban yaban sizi. O yabanlığın içinde yavru bir kedi.
İnci, yumuşakça sararak, kucağına aldığı ürkek gözlü kediye sevgiyle bakıp “Moka’ya şefkatle yaklaşmak, yumuşak, yavaş ve özenle dokunmak gerekiyor” dedi. Kafasını geriye çevirip, cam kenarındaki beyaz kanepede sere serpe yayılmış tombik siyam kedisini işaret ederek ekledi: “Mayti’ye ise her türlü yaklaşabilirsin, hemen kendini sevdirir.”
Kucağındaki kahverengili, kocaman yeşil ve titrek gözlü Moka gözlerini kapatmış, onun güven veren elleri altında mırlıyordu. Moka’nın hikâyesini hatırlarken gözlerim kedinin patilerinde dalgınlaştı.
Moka bir sokak kedisi. Bebekken üzerinden araba geçmiş. Veterinerde iyileştikten sonra onu sokağa bırakmaya gönlü elvermeyen İnci -özel yoga dersi verdiğim, kısacık asimetrik kesilmiş açık kumral saçlı, beyaz tenli, küçücük yüzlü, yeşil gözlü, minyon narin kadın- onu eve almış, Mayti’ye arkadaş olmuş Moka. Tüm sevecenliğine, ilgisine rağmen Moka ürkekliğinden hiç sıyrılamamış. Her daim sinmeye hazır, gözleri tedirgin.
Arabanın tekerlek izleri kaybolsa da bedeninden, yaralar yüzeyde görünmese de, içinde hâlâ taşıyor o anı ve yarasını. İçi hâlâ ezilmenin esrik korkusuyla travmada. Gürültüde, aniden değişen seslerde, mesela biz AUM diye başlarken -neyse artık alıştı- hızlı hareket geçişlerinde -mesela hızla tuvalete yürüdüğümde- ona doğru aniden yaklaştığımda Moka araba altında ezilen yavru kedi halindeki korkusuna geçiş yapıyor. Hemen büzüşüyor, geri geri çekilip, gözleri kocaman açılıyor ve kaçıyor arka odalardan birine. Travması her an tetikte bekliyor bedeninde. Tetikleme aldığında o ana dair, Moka tekrar tekrar araba altında kalıyor.
Babam annemin üzerine yürüyor. Ben ve kardeşim çok küçüğüz. Annem sessiz. Babamın sırtı karanlık, sert, ürkütücü, kocaman. Annemin yüzü bize dönük, gözleri karanlık, buğulu. Ateşi bastıran, gölgeleyen bir uğultu esiyor gözbebeklerinde. Korkuyu alt etmiş isyankâr ve hiçbir şey yapmayacak kadar boyun eğen itaatkâr bakışları. Sadece bakıyor babama, sırtını gördüğümüz babama, dik dik, hiç ayırmadan gözlerini, karşı koymadan, kaçmadan. Onun hareketsiz duruşu, bekleyişi, gözlerini kaçırmaması asıl isyanı. Annem sarsılıyor, sendeliyor, saçı yüzüne savruluyor, dudağının kenarı kırmızı. Kardeşim koltukaltıma iyice giriyor, başını sırtımın arkasına saklıyor. Ben donup kalıyorum. Tekrar havaya kocaman bir el kalkıyor, iniyor, annem yerde, başını öfkeyle kaldırıp tekrar bakıyor yukarı doğru dik dik. Sessiz, onca inen darbeye karşın sessiz. Onun sessizliğinin, sesi yırtan bir çığlık olduğunu o zamanlar anlamasam da içime kazıyorum. Kardeşimin elini sımsıkı tutuyorum, o bana iyice sokuluyor. Annemin gözlerini arıyorum, yoklar, bulamıyorum. Bir, iki, üç… Kardeşimin elini çekiştirip dış kapıya doğru koşuyorum, yardım çağırmalıyım, annemi kurtarmalıyım. Babam ardımızdan geliyor, dış kapıyı kilitliyor, bizi içeriye, o şiddet sahasına geri getiriyor. Ağlıyoruz. “Sakın ağlamayın, sesinizi duymayacağım ve buradan kıpırdamayın” diye bağırıyor. Yine bize sırtını dönüyor. Yüzümde donakalıyor ağlamak. Ağlamak ile ağlamayı tutmak, korkuyla korkuyu savuşturma, bağırmakla susma arası ince bir çizgide gidip geliyor ağzım. Dudaklarım büzülemiyor ama titriyor, ne yapacaklarını bilemiyorlar, hıçkırıklarımı içime içime gönderiyorum. Kardeşimin elini çokça sıktığımı fark edip ona dönüyorum. Onun sümükleri akmış, yüzünde kendi yüzümü görüyorum. Ağlamak, durdurmak, korku, telaş, tutmaya çalıştığı, içine içine gömdüğü bir şeyler… yüzünde, yüzümde. Dudakları titriyor, gözleri yaşlı, gözlerim yaşlı. İçini çekiyor kesik kesik, ben içimi tutuyorum sıkı sıkı.
Benim dudaklarım, ağzım biraz tedirgindir. Yoğun heyecanlanınca, korkunca, güvensizleşince, öfkelenince dudak kenarlarım titrer, ne yapacaklarını şaşırır, kasılırlar, sıkılırlar. Cihangir Yoga hocalarından Çağ Gürle, ağzımdaki enerji sıkışmasına yönlendiriverdi beni bir gün. Orayla temas kurmam için aracı oldu bir iki sorusu ve cümlesi. O günden beri ağzımla yakın bir ilişki kurma denemesindeyim. Yavaş yavaş, araştırarak, sabırla, gönlümle, temas için istekli olarak, orada olana anlayışla yaklaşarak.
Tüm geçmişimiz bedenimizde depolanıyor. Hücrelerimiz hatırlıyor bastırdıklarımızı, travmalarımızı, hislerle birleşen bedensel tepkileri, acılarımızı, incinmişliklerimizi, küskünlük, korku ve öfkemizi. Hisle birleşen hatıralar, kas-kemik-bağdoku… beden tarafından emilip kaydediliyor. Bedensel tepkilerle, nefessel huylarla tekrar tekrar ifade buluyorlar. Onlarla bağ kurulmadığı sürece sık sık araba altında kalıyor, içimizde küçük yavru bir kedi.
Aynen İnci’nin Moka’ya yaklaştığı gibi yumuşakça, özenle ve şefkatle yaklaşmak, içimizdeki eziklerle, yaralarla tanışmak için alan açabilir. Kendimizle zaman geçirmek ve beden aracılığıyla bizimle iletişime geçen yanlarımızı duyumsamak için istekli, gönüllü, niyetli olmak çok büyük bir adım kendimize. Belki kaçacağız kendimizden, dokunulmak canımızı yakacak ve ürküp gözden kaybolmak isteyeceğiz. Sabrımız, isteğimiz, şefkatimiz, sevgimiz, saygımız orada olan her ne ise ona açıkça bakmak, onu kucaklamak için hazır oluşumuz yakınlaşmanın kapısını açabilir bize.
Belki sadece sessiz, hareketsiz, ürkek-yaralı-sızılı-yıllarla daha da kabuklanan ama içten içe derinleşen yanımızla saygıyla kalmamız bile yetecektir. İlla bir şeyler yapmamız, değiştirmeye yeltenmemiz, çözmeye, sebep-sonuç ilişkileri kurmaya çalışmamız gerekmiyor. O yanımızla yan yana, onun nefesini duyarak, titreşimlerini ve belki titrediğini duyumsayarak, sadece hissederek, fark ederek, kalbimizi açarak, saygıyla onunla olarak kalmak başlı başına önemli/değerli bir çalışma/olay değil mi dostlar?
Bir gün belki İnci’nin kendine sarılmasına izin verdiği gibi Moka’nın, yaralarımız da yumuşakça, sıkmadan, deşmeden, severek, okşayarak, bekleyerek dokunmamıza, kucaklamamıza izin verirler. Bir gün belki, Moka’mızı sevmek mümkün olur. Kim bilir…