Tarih, inatçı bir öğretmen gibi dersi öğretene kadar, bıkmadan usanmadan tekrar eder.
Çocuk, sorumluluk taşımaz, sadece ister. Sorumsuz ama özgür olmak ister. Yaptığının, ettiğinin sorumluluğunu almak istemez. Onaylanmayan bir şey yaptığında, sorumlu diğer çocuklar ya da koşullardır. Her olaya bir mazereti vardır.
Yetişkin, olumlu ya da olumsuz, yaptığı şeyin sorumluluğunu alır. Çünkü güç ondadır, soruna çözüm üretebilme gücü ve sorumluluğu vardır. Hatasını kabul eder ve hatadan ders çıkarır. Çıkarmadığında benzer durumlarla karşılaşacağını bilir. Hatayı tekrar ettiğinde farkına varır ve sağlam bir ders çıkarır. Tekrar etmeyi terk ettikçe de gelişir, ilerler.
Çocuk toplumlar da çocuklara benzerler. Yaptıklarından ders almazlar. Sorumlu hep başkalarıdır ve hep başkaları olacaktır. Yaptıklarının sorumluluğunu almayı gerektirdiği için, ‘büyümek’ onlara zor gelir. Çocuk kalmak, mazeretlere sığınmak ve dış koşulları, dış güçleri sorumlu tutmak, zahmetsiz bir iştir. Bu durumda da ‘belirleyici’ olan ‘sorumlu’ tutarak gücünü aktardığı dış güçlerdir. Sorumluluğu alıp, büyümeye karar vermediği sürece de, suçlamaya devam edecek, hep mazeretlere sığınacaktır. Bir de çocuk toplumlar, masallara, destanlara bayılırlar; dini, tarihi, mitolojik…
Büyümeyi seçen çocuklar veya yetişkinliğe geçmeyi seçen ergenler misali; büyümeyi, gelişmeyi, dönüşmeyi seçen toplumlar da çocukluktan kurtulmayı seçmişlerdir. Çocuk kalmakta direnen toplumunsa, kendisi gibi çocuk kalmayı seçen, diğer suçlayıcı toplumlardan başka çocuk arkadaşları kalmayacaktır, etrafında. Etrafındaki çocuk toplumlar birer birer büyümeyi seçtikçe de bu çocuk daha da yalnızlaşacaktır. Kendini avutmak için bu duruma istediği kadar gerekçeler üretse de, ara sıra büyük çocuklara kızacak “beni niye aranıza almıyorsunuz!” diye diklenecek, zaman zaman küsecek, başka kapılara gidip, oyun arkadaşları arayacak ama eli boş dönecektir. Toplum, bedensel olarak büyüse de, duygusal olarak aç bir çocuk gibi hırçın, doyumsuz ve sorunlu olmaya devam edecektir. İnatlaşmayı sürdürdüğü sürece , itilip kakılan bir şamar oğlanına dönüşme riski hep olacaktır. Bu durumda bir “Koruyucu Ağabey”e ihtiyaç duyacaktır. O ağabeyin zaman zaman azarlamalarına maruz kaldığında da çocukluğunu, yalnızlığını derinden hissedecektir. Yalnızlıktan kurtulmak için, hataları ile yüzleşip, sorumluluğunu alıp, büyümekten başka çaresi de yoktur.
Peki, çocuk toplumlar içinde yetişen yetişkin/gelişkin bireylerin durumu nasıldır?
Yetişkin toplumların yaklaşık kırkta biri bilinçli ebeveynler tarafından yetiştiriliyorlar, bunlar da o toplumların lokomotifi, itici gücü oluyorlar. Yine de toplumun büyük çoğunluğu çocuk olduğu için, ileri toplumlarda da zaman zaman, çocukça, bencilce, korku odaklı duygular hakim olabiliyor. Bunun sonucu olarak büyümemiş, suçlayıcı, otoriter yöneticiler iş başına gelebiliyor. Geri kalmış, çocuk toplumlarda ‘gelişkin birey’ oranı daha düşük olduğu için, bireyler gelişkin olsa bile toplum uzun süre çocuk kalmaya devam ediyor. Bu durum da lokomotifin hızını düşürüyor. ‘Hiç kimse kendi köyünde peygamber olamaz’ diye de bir söz vardır. Benzer şekilde biliriz ki; çocuk toplumlar içinde gelişkin birey olabilmek ve topluma rehberlik edebilmek, gelişmiş toplumlara kıyasla daha zorlayıcıdır. Ama şunu da biliriz ki, bizi zorlayan ama pes ettirmeyen her şey bizi güçlendirir.
Sevgili Nil’in dediği gibi ‘Umut, içimizdeki potansiyelin bize göz kırpışırdır.’
Biz bitti demedikçe hiç bir şey bitmez.
Umut daima vardır; birey için de, toplum için de..
Nazım Usta’nın dediği gibi ‘Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir!’
Yeniden buluşuncaya dek, gelişimin itici gücü ile dostça olun.
Seza’i D.Şahin