Bekliyorum.
Neyi, bilmiyorum.
Henüz.
Bekleme halini, heyecanını, zaman geçtikçe, gelen olmadıkça, içime çöken hüznü hissediyorum.
Kaç gündür buradayım, bu şehirde.
Bir şeyler olsun, düğüm çözülsün.
Biri, birileri, bir şeyler çıksın kendimi affedebileceğim.
Oturuyorum küçük bir kafede,
Simit-çay-kahve.
Bu şehrin benim için büyülü sokağındayım.
Yani lise yıllarımda ki büyülü sokakta, bekliyorum.
Kimi, neyi şu an bilmiyorum.
Yarım kalmış bazı yaşanmışlıklarım burada, işte bunu biliyorum.
Bırakmışım yarımlarımı Ankara’ya, göçmüşüm bu yarımlıklarla başka şehirlere.
Kendi kendilerine tamamlanırlar sanmışım.
Ama işte geldiğim şehr-i geçmişimde, hiçbir şey tamamlanmamış, tüm eksiklikleri ile burada hepsi hâlâ.
Niye ki?
Beni mi beklemişler?
Çağırdı beni şehir, ben de geldim.
Geldim gelmesine de, hâlâ gelmedi henüz ne olduğunu bilmediğim beklediğim.
Zaman geçtikçe Ankara simidi kokusu yayan bu küçük kafede, beyaz yuvarlak minik masamda duran kahvem soğuyor.
İçim soğuyor, bir an ürperiyorum havanın ılıklığına rağmen.
Ya henüz ne olduğunu bilmediğim beklediğim geçiverirse önümden, ben onu fark edemeden.
Ya ben arkamı anlık dönüverdiğimde, beklenen, masama çeviriverirse gözlerini.
Ya buluşamazsa, ben arkamı döndüm diye beklenen ve bekleyen.
Karşılaşma anı akıverirse oracıkta o anda.
Aksın o halde.
Beklediğim olsaydı o kaçırdığımı sandığım, mutlaka yakalardı gözlerimi.
Mutlaka yakalardım gözlerini.
“Beklenti ıstırap. Beklentisiz, çabasız, olanı inceleme-yaşama anıdır yoga” der üstatlar.
Herhangi bir asana içinde, o an olana bakmak; oan sonunda oluşacak meyveyi hayal etmek yerine asananın her an sunduğu hoş-nahoş meyveleri tatmak, sımsıkı avuçlamadan, bırakmayı da bilerek deneyerek.
Araştırmaya devam etmek… Yoga.
Bense bekliyorum işte, elimde değil.
Tam da ustaların bildirdiği gibi
Istırap ellerini gezdirmeye başladı iç organlarımda, beklenen gelmedikçe, beklediğime varamadıkça ben.
Çöp kamyonu yanaştı masalar önüne, kenara istiflenmiş atıkları topladı ve gitti.
Benim içimse yığınla hatıralarla doldu burada.
Eksik kalmış anılar, boşa çıkmış boş çıkmış kutularla dolu içim.
Biri-bir şey gelse de alsa toplayıverse döküntülerimi, ömrü tamamlanmışlıklarımı.
Ama yok, olmuyor.
Kimse gelip de almıyor benim yüklerimi, kurtarmıyor hiçbir şey beni yarım yamalak anılarımdan.
İlla da sen diyor sokak, sen.
Bir sen… Başkasını-bir şeyi beklemek nafile.
Omzumu yanımdaki ağaca yaslıyorum, kahvemi yudumlarken.
Gelip geçen adımlarda, bedenlerde, hareketlerde, karşıdaki binanın ışıklarında, içimde tuttuğum nefesimde, yeniden nefesimin akışında… dalgalanıyorum.
Kokulara, simitten önüme dökülen susamları işaret parmağımı dilimle ıslayıp toplayıp ağzıma götürüşüme, dişlerim arasında ezilen susamlardan yayılan tada, yan masada karıştırılan çay bardağından çıkan sese, bu arada damaklarımı dişlerken kasıklarımı ve bacak kaslarımı sıktığımı fark edişime, ağzımı ve üst bacak içindeki kasları rahat bırakışımın hissine… Akıvermişim.
Tekrar nefesimi arıyorum, bulduğumda yeniden, bekleneni çoktan unutuverdiğimi fark ediyorum.
Ve yeniden hatırlıyorum bir şeyler beklediğimi, ne olduğunu bilmediğim bir şeyler ama.
Henüz bilmediğim.
Bu süreci yaşarken bekleme halini unutmayı ve yeniden hatırlamayı sevişime bakakalıyorum.
Yan masadan kalkan adam, kahvemin içine: “Nasılsa bizi bağlayan bir şey yok burada.” cümlesini bırakıp gidiyor. Ben yudumluyorum, öyle mi acaba’larla.
Beklenenin gelmesi olan amacımı unutup da yaşadıklarımı yazmaktan aldığım keyfi fark ediyorum.
“Yoga, varılacak bir yer değil tam da yolun kendisi” diyor ustalar.
Kıçıma batan tahta tabure üzerinde geçirdiğim süreç benim yogam oluyor.
Sabah Mehtap-Şahin ve Deniz’in yeni evinde mayurasana çalışırkenki hallerim düşüyor aklıma.
Bu asanayı tam doğru yaptığımda nasıl olacağını, ne hissedeceğimi merak ediyorum.
Bir türlü ellerim yerde, dirseklerim karın boşluğumun biraz yukarısında bacaklarım geriye doğru dümdüz uzanmış, kalbim ve başım ilerde…-bir kaldıraç gibi demişti Defne Suman hocam derste- offf olmuyor, olmuyor.
Pozun tam-mükemmel halini düşünürken, düşe kalka denemeye devam…
Ne kadar sürüyor bilmiyorum.
Beklediğim sonu düşünmeyi unuttuğumu en son chaturangadan köpeğe geçip Udiana banda yapışımda anımsıyorum.
Mayurasana içinde debelenirken, bana gelecekleri varsaymaktan ve beklemekten vazgeçivermişim.
Dalmışım asana içine ve deneysel çalışmalarıma. Hedef olmuş bir süreç.
“Başaramamanın” hayal kırıklığını ve beklentinin gerçekleşmeme hissini silip süpürüvermiş mayurasana ve onun içinde, nefesimi kaybedip kaybedip tekrar bulma çalışması.
Beklentiden beklentisizliğe, hatırlamaya, fark etmeye ve yeniden beklentiye dalıveren kendimi izlemek…
İçimdeki yargıçlar “Beklentisiz olmalısın” diyor, işaretparmağını, bana ders verir gibi sallayarak.
Dudaklarımdaki şımarık, cilveli, neşeli kız ise: “Hiç de değil! Beklentili halimi izlemek de iyi. Beklemek de, beklemeyi unutmak da, beklediğinden uzaklaşmak da ve uzaklaştığını fark etmek de yaşam. Yoga yaşamın ta kendisi değil mi? Her şeyiyle, neyse o” diyor bilmiş bilmiş kıkırdayarak.
Yo, yo, sesli hiçbir şey demiyor, ama kıkırdadığı doğru.
Yazım tamamlandı.
Kalk gidelim artık, yeter beklediğim’ler ayaklandı.
Sevgilerimi gönderiyorum Ankara’dan, tüm bekleyen, beklenen, kavuşan ve hayal kırıklığına uğrayanlara.