Çoğumuzun özdeşleşmek ve kendine çekmek istediği tek şey sevgidir. Peki, sevgi nedir? Genelde sevgiyi onaylanma duygusuyla karıştırırız. Onayın sevginin kardeşi olduğu doğrudur çünkü bir şeyi onayladığımızda onu kendimize doğru çeker, kendimiz olarak kabul ederiz. Bir şeyi onaylayarak aslında onu reddetmiyor oluruz.
Bununla birlikte en temel seviyede, bir şeyi sevmek onu kendinin bir parçası olarak almaktır. Bu bir kavram olmanın ötesinde, bir deneyimdir. Sevgi dâhil eder. O, birlik doğrultusunda hareket eden enerjidir. Bir şeyi sevdiğinizde onu enerjisel olarak kendinize doğru çeker ve kendinize dâhil edersiniz.
Sevginin tam zıt titreşimi ise korkudur. Korku bir şeyi kendinizden ayırmaktır. Korku dışlayıcıdır. O, bireyselleşme doğrultusunda hareket eden enerjidir. Bir şeyden korktuğunuz zaman onu kendinizden uzağa iter ve kendinizden dışlarsınız. 3. bölümde korkuyu inceleyeceğiz; şimdi bu evrendeki en temel gerçeklerden biri olan birliğe ulaşmanızı sağlayan şeye, sevgiye geri dönelim. Dünyadaki şeyleri birbirinden ayrı algılıyor olabiliriz fakat tabii ki bu bir illüzyondur. Hepimiz aynı enerjiden meydana geliyoruz. Sadece, bu enerji kendini farklı biçimler alarak ifade ediyor.
Hatırlarsanız sahip olduğumuz farklı farklı benliklerden içsel ikizlerimizin parçaları olarak bahsetmiştik. Arada bir bu parçalardan biri başka bir parçada kendini olumlu bir gözle görür ve onu kendiyle aynı sayar. ‹şte bu sevgidir. Ve unutmayın, ayrılık aslında bir illüzyondur. Öte yandan bizim illüzyon olarak gördüğümüz şeyler de toplu bilincin yani Tanrı ya da Kaynak olarak adlandırdığımız şeyin bir parçasıdır çünkü onun parçası olmayan hiçbir şey yoktur. Bu yüzden korku için, temel gerçeği sevgi olan Kaynak enerjinin içindeki bir illüzyon diyebiliriz. Sevginin zıddı hakkında bir düşünün, ne kadar yıkıcı bir şey olduğunu göreceksiniz. “Nefret ediyorum” ya da “‹stemiyorum” ya da “Sevmiyorum” diye düşündüğümüz veya olumsuz yargılarda bulunduğumuz zaman bu, uzaklaştırma enerjisidir. Bu enerji, bizi birlikten uzağa ve yalnız bir hale iter. Bu, sevginin zıddıdır ve bize acı verir.
Bu evrende bir tek acı vardır, o da ayrılığın verdiği acıdır ve bu evrende bir tek mutluluk vardır, o da birliğin verdiği mutluluktur. Ne zaman herhangi bir tür acı duysanız, kendinizi bir şeyden ayrı hissediyorsunuz demektir. Ne zaman herhangi bir tür mutluluk duysanız, kendinizi bir şeyle bütün hissediyorsunuz demektir.
Dolu dolu yaşamak için, nefret ettiğiniz ya da korktuğunuz şeylerle ilgili sormanız gereken yeni soru “Bu şeyi nasıl sevebilirim?” sorusudur ve aslında bunun nihai cevabı da şudur: “Nasıl sevmeyebilirim ki?” fiu an için ondan nefret etseniz bile, isteseniz de istemeseniz de o sizin parçanızdır ve siz nasıl Tanrı’dan ayrı tutulamazsanız, o da tutulamaz. Birliğin bir parçasıdır o da. Onu kendinizden uzağa itseniz bile o hâlâ, “bir” olan bu evrenin parçasıdır. Yani hâlâ sizin bir parçanızdır, bir şeyi sevmek de onu kendinizin bir parçası olarak almak demektir.
Sevgiyi Hayatımızın Başlıca Amacı Yapmak
Her şeyin yerli yerine oturması bu şekilde olabilir. Kaynak enerjinin olumlu yanı, olumsuz yanlarını kendinden uzaklaştırmak yerine onlara sevgi vermeyi deneyimlemelidir. Olumsuz yan ise bu sevgiyi kendi kendinden sunulmuş gibi kabul etmelidir. Binlerce yıl, evrendeki ikilik iyiyle kötü arasındaki, iki tarafın da kendini diğerinde görmeye son derece isteksiz olduğu bir savaş olarak yaşandı.
Fakat evrensel öğretmenler bunu oldukça farklı görüyordu. Kutsallığın, Buda ve ‹sa gibi, beden bulmuş halleri insanlığa gönderildiğinde, onlar iyi ve kötüyle ilgili ders vermedi; sevgiyi öğretti. Ve seçici sevgi de değildi öğrettikleri. Cüzamlılarla ilgilenmesiyle ünlü olan ‹sa, kendisini takip edenlere her şeyi sevmeyi öğretirdi. Koşulsuz sevmeyi öğretirdi. Sevmede dışlama olamayacağını çünkü dış diye bir şeyin olmadığını söylerdi.
Buda, aleyhtarı Mara’yı kendi olarak kabul ederdi. Kendi aydınlanması için, Mara’yı da aynı derecede sorumlu görürdü. Ve öğrettiği şey Mara’yı kovmak ya da ondan ayrışmak için onu yenmek değildi. Bunun yerine o, takipçilerine kendi Mara’larını metaforik olarak içeri, çaya davet etmeyi öğretirdi. Sevgiyle ilgili aynı gerçeği tüm büyük dini ve spiritüel liderlerin özünde bulursunuz.
Evren bizim yeniden o birliğe ulaşmamızı ister. Bizi eve çağırmaktadır. Hem de yüzyıllardır çağırmaktadır. O, bizi eve geri çağırmak için kendinin Buda, ‹sa ve diğer aydınlanmış liderler olarak bedenlenmiş hallerini yaratmıştır. Dinleyenleri ise bu çağrıyı saptırırlar. Onu, kültürlerinin içine işlemiş direnç[1] haline uydurmak üzere çarpıtırlar.
Yine, her şey evrenin bizim aynamız olduğu gerçeğinde düğümleniyor. Biz makro evren içindeki mikro evrenleriz. Biz Tanrı’nın fraktalleriyiz. Evrenin birliğe ulaşması için bizim birliğe ulaşmamız gerekiyor. Bunu da kendi içimizde bütünleşme sağlayarak, yani an itibariyle sevmediğimiz yönlerimizi sevmeye başlayarak gerçekleştirebiliriz. Uzağa itmek istediğimiz yönlerimizi kendimize çekmeli, onlarda kendimizi görebilmeliyiz. Zira artık koşulsuz sevgi zamanı gelmekte.
Giriş bölümünde 3 rakamının yalnızlıkla bağından bahsettiğimi hatırlayacaksınız. 3, iki zıddı kaynaştırır ve ikisini de uyumla içeren yeni bir unsur oluşturur. Dolayısıyla 3, bütünleşmenin rakamı olarak görülebilir. Eğer söz konusu zıtlık iyi ve kötü ise, birlik bu iki zıtlığı da içeren unsurdur. Bütünleşme, bu üçüncü unsurun yaratılacağı süreçtir. Hepimize düşen, bunun için uğraşmak ve böylelikle, bizi fazlasıyla uzun süredir salgın gibi sarmış bu yalnızlığın üstesinden gelerek kendimizi doğal bir şekilde bağ kurmaya açmaktır.