Çocukların nasıl düşündüklerini, nasıl öğrendiklerini ve iletişim yöntemlerini anlamaya başlarsak öğrenme becerilerini destekleyebilir, zihinlerini yaratıcı bir şekilde ve eğlenerek kullanmalarını sağlayabiliriz.
Nasıl öğrendiklerini öğrenmeye odaklanmalıyız. Bu da çocukların kendilerine özgü öğrenme yöntemleri olduğunu anlamaya başlamak ve buna saygı göstermekle başarılabilir.
Örneğin bazı öğrenciler ders çalışırken masalarında oturamaz, masanın derli toplu olmasını istemez ya da tam tersine düzensiz bir masada çalışamazlar. Ders çalışırken kimi öğrenci için hafif bir müzik dinlemek konsantrasyonu artırabilirken, kimileri için saat tik takları bile dikkat dağılması sebebi olabilir. Okulda ders dinlerken de farklılık gösterebilirler. Konsantrasyonunu artırmak için bazı öğrenciler öğretmenle göz teması kurmak isterken, bazıları hareketli olma, bir şeyler karalama ya da bacaklarını sallama ihtiyacı duyarlar. Öğrencilerin öğrenme konusunda farklı davranış örnekleri göstermeleri onların henüz gencecik yaşlarında, ‘yaramaz’, ‘yavaş’, ‘matematik zekâsı yok’, ‘dikkatsiz’, ‘geç öğrenen’, ‘başarısız’, ’çok aptal’ gibi etiketlerle anılmalarına neden olur. Bu etiketler, onların özgüvenlerini zedelemeye başlar. Öncelikle bu tip kalıpları keşfedip, bunların yerine olumlamalar koymalıyız.
“Kafam matematiğe basmıyor” veya “Ben beceremem” en çok rastlanan kalıplarlardan. Ebeveynler istedikleri kadar çocuklarına özel ders aldırsın, cezalandırsın ya da ödüller versinler, istenen başarı için öncelikle bu kalıpların silinmesi gerekir.
Bir öğrencimin annesi, kızının çok daha başarılı olabileceğini, potansiyelini yeterince kullanmadığını söylüyordu. Genelde çocuklardan hep daha fazlası beklendiği için bu bakış açısını önce olağan karşıladım. Ama anne gerçekten haklı çıktı. Öğrencimiz çok daha başarılı olabileceği sınavlarda bilmeden kendini sabote ediyor ya da ders çalışırken bütün konuları bitirmeden “Sıkıldım, yeter bu kadar” diyerek dersin başından kalkıyordu. Onda “sınıf birincileri ve inek öğrenciler arkadaşları tarafından sevilmez” diye bir kalıp keşfettik. Bu kalıbı bulup, yerine olumlama koyduktan sonra gerçekten okul birincisi oldu.
Altı yaşına kadar genelde çocuk, hiç sorgulamadan, çevresinde söylenenleri ya da tanık olduğu davranışları kaydeder. 6 ila 12 yaş aralığında mantığı oluşmaya başlamış olsa bile artık ebeveyninin ya da ebeveyn yerine geçen kişilerin sözlerini dikkate almaya programlanmıştır. Doğal olarak yetişkinlere güvenmeye başlar. Bu güven mutlaka oluşturulmalıdır ve asla suistimal edilmemelidir.
12 yaş ve sonrasında buluğ çağı başlar. Artık çocuklar-gençler, anne babalarının sözlerine kulak asmamaya; arkadaşlarıyla kurdukları ortak alana daha çok güvenmeye başlarlar. Çocukların kişilik gelişiminde önemli olan bu süreçte, ebeveynler sadece çocuklarının arkadaş çevresinin seçimini yönlendirebilirler; çünkü bu dönemde çocuklar ortak arkadaşlık alanlarını dış etkilere kapatırlar ve bazı benimsedikleri davranışları tekrar ederek yaşamaya başlarlar. Bu dönem de yine bilinçaltı kalıplarının yoğun şekilde kodlandığı bir süreç halini alır.
Anne babaların kendilerine ait korku ve endişelerini çocuklarına dayatacak cümlelerden kaçınmaları gerekir. Çocuklarını okşayıp sevdikleri zamanlarda duygular çok yoğun olacağı için, böyle anlarda “Sen benim için çok değerlisin”, “Başarılı olduğunu biliyorum ve yeterince gayret gösterirsen her geçen gün biraz daha başarılı olacağına eminim, inanıyorum” gibi olumlu cümleleri söylemeli ve sıklıkla tekrar etmeliler.
Ben her öğrenciye öncelikle “değerli ve yeterli olduğu; başarılı olsa da olmasa da sevildiği” kalıbını aşılamaya çalışıyorum. Bundan sonrasını çocuklar, doğru soruları sorarak hallediyorlar. Kendi yöntemlerini ve çözümlerini zaten kendileri bulabiliyorlar.