Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde şahane bir bahçe varmış. Bu bahçe ne çok büyükmüş ne de çok zengin. Ama bu bahçenin kendine has bir güzelliği varmış. Bir gün bahçenin sahipleri, bahçelerine mis kokulu hanımeli fidanı eklemeye karar vermişler. En güzel fideyi bulmak için çok da uğraşmışlar ve sonunda aradıkları fideyi bulmuşlar. Hanımeli çok heyecanlanmış, bir an önce büyüyüp etrafına mis gibi kokular saçmak istiyormuş. Hanımeli hafif hafif tomurcuklanmaya başladığında bahçeye bir bahçıvan gelmiş. Hanımeli, artık onunla her zaman ilgilenecek, hep yanında olacak bir bahçıvanı olduğu için mutluluktan havalara uçmuş. Bahçıvan hanımeliyle öyle güzel ilgilenmiş ki bizim hanımeli coştukça coşmuş ve bahçıvana aşık olmuş. Ama bahçıvan hanımelinin yapraklarını kopartmaya başlamış. Başlangıçta hanımeli, kokumu hep yanında taşımak istiyor, diye düşünmüş ama bahçıvan durmamış hanımelinin canını yakmaya devam etmiş. Daha sonra bahçıvan diğer çiçeklerle ilgilenmeye başlamış; papatyalarla, güllerle… Hanımeli çok kıskanmış. “Ben bu kadar güzel kokuyorum, rengârenk çiçekler açıyorum, bahçıvanım neden benimle ilgilenmiyor da onlarla ilgileniyor” diye düşünmeye başlamış. Bahçıvan hanımeline başta güzel sözler söylerken artık ona kötü şeyler söylemeye başlamış. Bahçıvan hanımeline ¨Şu güle bak ne kadar gösterişli, papatyalar ne kadar sevimli; peki senin neyin var ki? Kokmuyorsun bile, sen bir hiçsin¨ diyormuş. Hanımeli aşık olduğu bahçıvana inanmış ve yapraklarını dökmeye başlamış ta ki cılız bir kök kalıncaya kadar.
Bir gün bizim hanımeli; çiçek olduğunu unutmuş, hayata küsmüşken ona yağmur uğramış. ¨Senin kimseye ihtiyacın yok, bana ne zaman ihtiyacın olursa senin yanında olacağım¨ demiş. Sonra güneş uğramış hanımeline. ¨Tüm evren seni filizlendirmek için çalışıyor. Sen bir bahçıvana mı kanacaksın?¨ demiş.
Hanımeli yağmurdan ve güneşten aldığı destekle tüm gücünü toplamış. Artık bahçıvana ihtiyacı olmadığını anlamış ve göklere doğru açmış yapraklarını. Çiçekleri, arıları hayatına davet etmiş. Hanımeli o kadar büyümüş o kadar serpilmiş ki tüm bahçeyi sarmış. Hatta yetmemiş sokağın tüm yolunu kaplamış ve bu sayede yoldan geçenlerin övgülerine de mahzar olmaya başlamış. Hakkında söylenen güzel şeyleri duydukça hanımeli yapraklarına yepyeni renkler eklemiş, eklemiş ve eklemeye devam etmiş.
Ve hanımeli karar vermiş: ¨Burnu koku almayan kimseye çiçek olamam. Ama ben her zaman bir çiçeğim, kimseye değil, sadece kendime, her zaman kendime. Her gün mis gibi kokacağım. Yapraklarımı yepyeni renklerle ışıldatacağım. Kuşları, kelebekleri, arıları içimde dans ettireceğim. Fırtına da çıksa, yapraklarım da dökülse, her daim yeniden çiçek açacağım.¨
Gel zaman git zaman, güzelliğinden hiç bir şüphesi kalmayan hanımeli,yoldan gelip geçen herhangi bir serçenin de övgüsüne mazhar olmuş..
Duyduğu melodiler hoşuna gitmiş, şen kahkahalar atmaya başlamış.
“Merhaba” demiş serçeye, serçe “sana da merhaba güzel hanımeli” diye cevap vermiş. Koyu muhabbetlere dalmışlar serçeyle.
Sabahlara kadar sohbet etmişler gülmekten gözleri dola dola.
Derken hanımelinin aklına kıymetini bilmeyen o bahçıvan gelmiş.
Bir borderline vakası gibi bağlıymış o narsist bahçivana. Şiddetinden hoşlanır hale geldiği anları hatırlamış.
Bunu bana serçe unutturur ancak demiş.
Serçeye çok güzel şarkılar söylemeye başlamış zarif hanımeli.
Serçenin aşık olmaktan başka hiçbir çaresi yokmuş. Çünkü zaten aşkın tarifi serçe için “birlikte eğlenebildiğin, beraber konuşmaktan/paylaşmaktan/yaşamaktan mutlu olduğun ruh eşine sarılmak…” kadar basitmiş.
Anlamamış serçe olanı biteni, inanmış zarif hanımeline. Hanımeli serçeyle eğlenmeye başlamış iyice.
Ve sonra;
Sıkılmış.
Hadi yoluna git serçe sen demiş. Serçe; “nasıl olur, ama çok güzeldi her şey, neden?” demiş.
Güzelliğinden herkesten fazla kendi büyülenmiş olan hanımeli cevap vermiş, “senden hevesimi aldım” buraya kadar. Sen bir bahçıvan dahi olamazsın benim nezdimde.
Serçe, “hayatımda daha önce hiç bu kadar bu kadar kötü kalpli ve bu kadar yalan söyleyen bir hanımeli ile karşılaşmamıştım” diyerek yoluna devam etmeye çalışırken, pek fazla hareket edemeden yorgun yorgun bir dala konup düşünmeye başlamış.
Derken,
Fark etmiş;
Bana hanımeliyim dedi, ama o da yalandı. Aslında kendini hanımeli sanan sıradan bir zehirli sarmaşık. Ona daha fazla değer vermemeliyim çünkü zehirli sarmaşıklar buna layık değillerdir. Onlar hanımeli gibi kokmaz zaten, kendilerini tanımladıkları gibi “kokusuz çiçekler”dir..
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.. dediği gibi şairin;
Geçmişten görünür gelecek, gelecekten göründüğü gibi geçmişin. Güzel olsaydı ruhun, güzel olurdu kaderin.
Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış.
Rüzgarın kırdığı dallar, ağaçların gövdesini güçlendirmiş. Daha gür ve daha güçlü dallarla karşılamış baharı çınar.
Çınar’ın dalına konan yaralı serçe, bakmış o köklü çınardan yeni filizlenen tazecik yaprağa.
Ferahlamış içi. Demiş ki “Her karşılaşmanın vardır bir sebebi. Aldıysak bir yara, bulunur merhemi. Haksızlık olur yaradana, hanımeline zehirli sarmaşıksın demek; bilmeden onun da daha evvel ödediği bedeli..”
Affettim seni zarif hanımeli.
Kokun daim, güzelliğin uzun ömürlü olsun.