Otobüsün en ön koltuğunda daldığım uykudan aniden uyandım. İçerdeki uyku kokusu, hafif loşluk, tekerlekler altında inleyen yolun sesi, yanımdaki yabancı bedenin montuna sarılışı… Beni içine çeken koskocaman bir gitmeler hali.
Ara sıra gitmek düşüverir içime. Bir iki parça eşyamı -defter, kurşunkalem, kalemtıraş, şiir/ öykü kitapları- ve kendimi alıp başka bir şehre, başka bir hayata yönümü dönmek nasıl da hoşuma gider.
Şoför bir türkü dinliyor önündeki radyoda, incecik bir türkü. Sazın sesi yol boyunca sanki.
Bir yerden gitmeyi mi bir yere varmayı mı seviyorum bilemiyorum. Ayrılmayı, bırakmayı mı, kavuşmayı, daha da sarılmayı mı? Bıraktığıma geri dönmeyi mi özlemle, hevesle ve yeni dolmuşluklarımla. Bıraktığımdan yola çıkıp vardığımı da bırakıp, tekrar yolun başladığı yere gelmeyi mi? Dönmeyi mi seviyorum ben? Tekrar dönmek, başladığıma. Ve tekrar döndüğümde, ne ben aynı ben, ne de gelip de bulduklarım aynı. Bu hali, bu bilinmezliği, bu tedirgin ama heyecanlı karşılaşmayı mı seviyorum ben bilemiyorum?
Size de olur mu hiç; uzun süre ayrı kaldığınızda evden, bir şehirden, bir insandan, ayağınızı tekrar o bildik kara parçasına bastığınızda içinizin size yabancı geldiği? Sanki her an yeniden hikâyenizi yazan, zihninizde konaklayan senaristinizin tarzı, hatta kendisi değişmiş gibi. Duraklar, büfeler, yol lambaları, mahallen, evin, yatağın, arkadaşların ve sevgilin. Her şey değişmiş gibi. Ve sanki her şey seninle aynı anda ama başka yolculuklara çıkmış da, sen dönüverdiğinde gitmelerinden, o artık eskisi gibi olmayan her şeyle değişim içinde tekrar buluşmuşsun gibi. Garip bir tattır bu ağzında. Yeni ve yabancı olduğu kadar bir o kadar da her şey tanıdıktır.
Yollar yapıyor insanlar dağların karnını delip, düzleştirip. Nereye ki yollar? Kocaman araçlarıyla toprağın içine girip engebeleri düzleştirip toprağı yol yapıyor. Dağlar arasından geçiyorum sessiz inlemeler, iç çekmeler, bir bebek ağlaması, rüyalar içindeki derin nefesler ve otobüsün kendine ait uğultusu içinde. Yol yapımında kullanılan araçlar, sarı-kahverengi-turuncu-krem renkli toprak katmanlarının çıktığı çukur şimdilik uykuda. Benim uyumayan gözlerime anlık değip onlar da kayboluyor otobüsün camında.
Yollar yapıyoruz gitmek için, gittiğimizden tekrar gitmek için ya da gidip gidip durmak için.
Her şey değişiyor, anbean. Hareket daim, istesek de istemesek de. Yaşamın kendine ait bir ritmi var ve her kalbi attığında yaşamın, hiçbir şey aynı kalmıyor. Biz sıkı sıkı tutmak istediğimizde yaşanılanı, aynı kalsın değişmesin diye korkuyla ellerimizi uzattığımızda geçmişe, ellerimiz acıyla doluyor. Yani benim öyle oluyor, o anlarda. Her şey değişiyor halbuki. Eskiyi aramak nafile. İlk aşkın duygusuna saplanıp hep aynı duyguyu aynı insanı ve o aşkı yaşayan aynı kendimizi aramak gibi nafile. Ne kadar da ıstırap.
Her an değişiyor, değişiyorum. Bu akışa, sürece güvenebilmek… Ah güvenebilmek.
Sürecin koynuna bırakıvermek bazı bazı kendini.
Her şey değişiyor oysa, dirensem ne çıkar. Beden, nefes, düşünceler, hisler değişiyor. Değişime karşı durmak, olana direnmek ıstırap.
Oluveriyor akıveriyor yaşam istesek de istemesek de. İstesek de istemesek de, memnun olsak da olmasak da yaşadıklarımızdan, bu yaşama her halimizle katılıveriyoruz.
Kaç zaman bir şavasanada yaşadığım bir anı arayıp durdum yogamda. Her şavasanada o anı tekrar aradım bekledim. Kaçıverdi ben yakalamak istedikçe. Halbuki her an, her yogam, her şavasanam ve her duygum benimle değişiyordu elbet anbean.
Otobüsün camından gördüğüm bir manzara içine daldığım düşüncelerden beni çekip çıkarıyor. Boş bir tarla ortasında tek bir ağaç; kuru, cılız. Dalında, yorgunca çivit mavisi bir bez parçası sallanıyor. Tarla, ekilmemiş toprak, renkler, uyuyan sabah havası… Bu çivit mavisi ile öyle tezat ve bu tezatlık öyle bütün ve görkemli ki. Mavilik; canlı, uyumsuz, aykırı, buraya ve hiçbir yere ait olamayan bir dalga yayıyor etrafına. Şimdilik asılı kalmış yalnızlığın koynuna. Salınmakta kök salmış kuru ve buraya ait bir ağaç dalında. Bu bez parçası; geceden kalma yuvarlak, saydam ay önünden geçen parçalı gri bulutlar altında daha da büyülü.
Yol akıyor. Yolun sundukları, sunulana tepkilerim, yorumlarım, alışım verişim… Akıyor, an akıyor. Arkada kalan çivit mavisine bakabilmek için iyice geriye dönmekten ağrıyan boynumu fark ediyorum. Nasıl da tutulmuş boynum. Gülümseyerek başımı öne çeviriyorum. Koltuğuma rahatça yerleşip arkama yaslanıyorum. Keyifle yolun getirdiklerine dalıyorum. Kalbimin ritmi, avuç içlerimin yumuşaklığı, göbeğimin nefesimle kendiliğinden dalgalanışı algıma doluyor. Yüzümde bir tek benim bildiğim iç tebessümüm.
Ve bilinmez yollar seni nereye götürür. Senin hangi eşiklerden geçeceğin, nasıl bu aralıklardan aralanacağın, karşılaşacakların, karşılaştıklarınla yaşama biçimin belirsiz. Ne için yola çıkmıştım, sırtımda çantam aileme giderken neler düşünüp planlıyordum hatırlamıyorum ama çok net hatırladığım bir an var bu seyahatten bana kalan. Bu yolculuk hiç ama hiç planlamadığım planlayamayacağım bir anı yaşattı bana.
Otobüs yolculuğu bitti. Sabahın kuş sesleri, Antalya’nın yumuşacık sessiz sabahı. Eve doğru yürüyorum. Hanımelleri arasından bizim eve baktım. Henüz sabah çok erkendi ve bizimkilere geleceğimi bildirmemiştim. Yapraklar ve tatlı kokular arasından başımı uzatınca balkonda babamı gördüm. Arkası dönüktü. Saçları bembeyaz, duruşu benim babam duruşuydu. Aramızda bayağı mesafe olmasına rağmen sanki yüzündeki mimikleri seçebiliyordum. Yavaşça yutkunuyor, elindeki her neyse onu dikkatlice inceliyor ve yavaş hareketlerle camın önünü siliyor. Sırtı, başının hareketi, saçları, her zaman kemer takılmış pantolonu ve duruşu… Babam işte. Onu evin içinde değil de evin dışında ve ondan habersiz, o benden habersiz öylece seyretmek. İçimde bir şeyler oldu, uyanan, dalgalanan, coşan, burulan tam da kelimelendiremeyeceğim bir şeyler. Gözyaşlarım akarken, dudağımda tebessüm ve hanımeli kokusuna karışan nefesimle dökülüveren ‘babam’ kelimesi. İçimi yumuşattı bu an. Hiç böyle yaşamayı planlayamayacağım bu an.
Babama baktım, bütün çocukluğuma baktım.
Babama baktım, sanki babamın tüm ömrüne baktım.
Ben oldum çocuk, babam oldu çocuk,
Ona uzaktan el salladım.
Bir anda, bir yolda, bir bakışta.
Hiç olmaz sanırdım, oluverdi.
Değişmez sanırdım içimdeki bazı hisler, değişiverdi.
Dalda sallanan çivit mavisi, şoförün dinlediği türkü, uyku kokusu, dağlar, yollar, ay, bulutlar, hanımelleri, balkonda babam, babamın sırtı, ona bakan, ağlayan ben… Her şey anbean akıyor, değişiyor. Hayat gibi, ben gibi, sen gibi, biz gibi.