Bencillik kavramı hiç hak etmediği halde kötü bir ün kazanmıştır. İnsanların sınırlarını ezip geçtiğiniz ve onları incitip incitmediğinizi umursamadığınız türde bir bencillikten, başkalarına kötü davranmak için kullanılan bir bahaneden bahsetmiyorum. Bununla birlikte, toplumumuz bencilliğin her türlüsünü “kötü” sayarak pek çoğumuzun, kendimizi hakkımız olan öz sevgi ve özsaygıdan mahrum etmemize neden oluyor.
Anlamam uzun zaman aldı; ama artık biliyorum ki benim için iyi olan şey ilişkim için de iyidir. Bu ilişki ister romantik olsun, ister aile, ister arkadaşlık ya da iş ilişkisi… Bir başkası için kendi sınırlarımı aşarsam içerleyeceğimi ve içerlemenin bu ilişki için sınır çizmenin verdiği kısa süreli çatışmadan daha zararlı olacağını bilirim.
İnanın bana, bunu son birkaç yılda defalarca test ettim. Keşfettiğim şey ise kendi faydamıza uygun davrandığımız takdirde hepimizin daha fazla isteğimize kavuştuğumuz oldu. Tabii ki başkalarına zararlı olmayan, aklıselim içeren bir faydadan söz ediyorum. Zararlı davranışlar ne benim ne de başkasının faydasına olabilir.
Birine yardım etmek üzere konfor alanımı asla terk etmeyeceğimi de söylemiyorum. Daha önce değindiğim gibi, başkalarını düşünmeye ne kadar az zorunlu hissedersem onlara yardım etmeye ve onları sevmeye o kadar istekli oluyorum. Buna karşın artık verdiğim şeyleri bir sorumluluk duygusuyla ya da bir şey kanıtlamak için vermiyorum. Verdiğimde bu, vermeyi içtenlikle istediğim için oluyor. Hediyelerim artık içerleme ya da muhtaçlık ile lekeli olmayıp karşılığında hiçbir şey beklemediğim temiz hediyeler oluyor. Beni tüketmiyor; tazeliyor.
Ben bencillik, öz bakım ve öz sevgiyi, kendimizi onurlandırmamıza yardım etmekle görevli üç kardeş gibi görüyorum. İhtiyaçlarınızın icabına bakar ve önce kendinizi memnun ederek bir sınır çizerseniz birilerini hayal kırıklığına uğratabilirsiniz. Ama bunda yanlış bir şey yok. Bağ kurmak, uzlaşmaktan daha önemlidir. Çoğumuz, kurulan bir bağı korumak, bir ilişkiyi sürdürmek için fikir birliği gerektiğini düşünürüz; ama bu doğru değildir. Fikir uyuşmazlığı ve farklılık her ilişkinin bir parçasıdır ve fikir uyuşmazlığı, bağın kopması demek değildir.
Herkesin kendi ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğu vardır. Kahretsin ki, partneriniz, kardeşiniz ya da iş arkadaşınız bir sınır çizdiğinde siz de hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz! Ama bunda da yanlış bir şey yok. Çoğu ilişkide hayal kırıklığı bir şekilde atlatılabilir. İlişkilerde atlatılamayacak şey, uzun vadeli aşırı vericilik ve bundan kaynaklanan içerlemedir.
Bizim yapmamız gereken, muhatabımızın yanlış olduğuna vurgu yapmadan farklı görüşte olduğumuzu bildirme becerisi geliştirmektir. Bu, sınırlarımızı korurken aynı zamanda bağlantıda kalmamızı sağlar. Birimiz (ya da ikimiz birden) hayal kırıklığına uğradığında bile…
Kendi ihtiyaçlarımızı karşılamamız ve ihtiyaçlarımızı karşılamamız için gereken sınırları çizmemiz, bir başkasını incitmemiz ya da reddetmemiz anlamına gelmez. Ya o/ya diğeri diye düşünmek zorunda değiliz. İkisi birden/ve diye düşünebiliriz. Çoğu zaman biz kendi ihtiyaçlarımızı karşılarken aynı zamanda başkaları da istedikleri şeyi elde edebilir. Bu her zaman gerçekleşmez elbette, ama bizim zannettiğimizden daha sık gerçekleşebilir.
Danışanlarımın farklılıkları ve hayal kırıklıklarını fark ve tasdik etmekte en çok zorlandıkları alan romantik ilişkilerdir. Bir sebepten, belki peri masalları ve romantik komediler yüzünden, uyumlu bir ilişkinin hep aynı fikirde olmayı gerektirdiğini düşünürüz. Önemsediğimiz bir konuda farklı olduğumuz ortaya çıkarsa bu kişiyle birlikte olmamamız gerektiği sonucunu çıkarırız. İzin verin, şu romantik balonu bir patlatayım: insanlar anlaşmazlığa düşer ve bu insanlara siz ve partneriniz de dahilsiniz.
Bir ilişkinin farklılıklar söz konusuyken bile (hatta özellikle de farklılıklar söz konusuyken) ayakta kalması için iki tarafın da gerçekte kim olduğunu taşıyacak sağlamlıkta bir zemin gerekir. Taraflardan biri ya da her ikisi birden kim olduğunu inkâr etmediği sürece bir ilişkide her zaman için uyum olamaz.
Peki, herkesin kendinden sorumlu olduğu dürüst bir ilişki nasıl olur? İşte bir örnek: Aaron ile olan ilişkimizde, o birlikte daha çok vakit geçirmemize ihtiyaç duyarken, benim daha fazla yalnız kalmak istediğim bir nokta gelmişti. Önce kendi içime döndüm ve yalnız vakit geçirmeye ihtiyacım olduğunu fark ettim. Sonra Aaron’a haftada üç gün sabahları onunla kahve içmek yerine ofisime gidip kapıyı kapayacağımı söyleyerek bir sınır çizdim. Bunu, benimle geçirdiği bu vakte değer verdiğini bilmeme rağmen yaptım.
Benim için bu sınırı çizmek kolay olmadı; Aaron ise hayal kırıklığına uğradı. Bununla birlikte kendi ihtiyaçlarıma onun rahatından daha fazla önem vermiş oldum. Onu hayal kırıklığına uğrattığım için üzülmüştüm ama sırf onun yaşayacağı rahatsızlık ve hayal kırıklığından kaçınmak için kendi ihtiyaçlarımı karşılamamamın benim için sağlıklı olmadığını biliyordum. O, bu hislerin altından kalkabilecek bir yetişkin.
Uzun vadede Aaron haftanın o üç günü sabahları kendi başına geçirdiği zamandan keyif almaya başladı, yani bu durum ikimizin de hayrına oldu. Bu, ikisi birden/ve türünden bir durumdu; ya o ya diğeri gibi bir durum değil.
İkinizin birden isteklerinizi elde etmenizin yolları vardır ve ben en iyi yöntemin her iki tarafın da kendini öncelik haline getirerek ihtiyaçlarının sorumluluğunu alması olduğunu ileri sürüyorum. Böylece çatışmaya -tam da biz bağımdaşların umutsuzca kaçınmaya çalıştığı çatışmaya- neden olan beklentiler olmadan, birlikte zaman geçirmenin tadını çıkarabilirsiniz. Kendimiz için sorumluluk alıp kendimizi öncelik haline getirmiş olsaydık bu çatışmadan kaçınmakta çok daha başarılı olurduk. Otomatik ve düzenli olarak sağlıklı sınırlar çizerdik ve bu sayede herkes daha mutlu olurdu.
Size, özellikle de bağımdaşlığa eğilimliyseniz, söyleyebileceğim en önemli şey, kendinize karşı dürüst olmayı öğrenmeniz gerektiğidir. Kim olduğunuzu, ne istediğinizi ve hayatınızın neye benzemesini arzu ettiğinizi keşfedin. Sonraysa başkalarının arzularına değil, kendinizinkilere dayalı seçimler yapabilir, sınırlar çizebilirsiniz.
Danışanım Bob “Geçmişte kararlarım diğer insanları memnun etme düsturuna göre şekilleniyordu” diyor. Centilmen olmanın kendi isteklerini feda etmek ve diğer kişilerin istediklerini elde ettiğinden emin olmak anlamına geldiğine inanma yanlışına düşmüştü. Örneğin akşam dışarı çıkma, tatile çıkma ya da karısıyla birlikte bir mülk satın alma gibi planlar yaparken kendi isteklerinden feragat edebiliyordu. Şimdi, diğer kişiyi nasıl tatmin edebileceğine değil; kendi kazanacağı ya da kazanamayacağı faydaya, başka deyişle verilecek kararın kendisini nasıl etkileyeceğine baktığını söylüyor. Eğer hafta sonu karısıyla boyama kursuna gitmek istemezse, uyumlu davranıp sonra içten içe küsmektense gitmek istemediğini söylüyor.
Kendine öncelik verme düşüncesi biz bağımdaşlar için devrim niteliğindedir. Şimdi size bir sorum var: Kendinizi mutlu edecek şeylerin peşinden gitmeyi sadece bir günlüğüne deneseniz ne olurdu? Eğer bu çok zorsa sadece bir saatliğine deneyin ve kendi isteklerinizi yoklamaya ve onları da -en azından- diğer insanlarınki (hatta çocuklarınızınki) kadar önemli saymaya alıştıkça bu süreyi uzatın.