Motivasyon, Latincede hareket etme anlamına gelen “mot” kökünden türetilmiş bir kelime. Özellikle insan kaynakları yönetimi alanında adını sıkça duyarız. Tıpkı inovasyon, yaratıcılık, koçluk, mobbing gibi nam salmış bir sözcüktür kendisi. Hem de epey de eskidir namı! İK dergilerinde bu konu üzerine çokça makale yayımlanır; yöneticiler önemini ballandıra ballandıra anlatırlar; bilim insanlarının ortaya attıkları teoriler konuşulur; eğitimlerde yerini bulur; çalışanlar kimi zaman ücrete dahi tercih ederler motive edilmeyi. Hal böyledir böyle olmasına da iş motive olmaya ve pek tabii etmeye gelince, çark zor döner!
Bizim X, bir iş başvurusu yapar, sınanır da sınanır. İşin ne olduğunu sormayın bana, fark etmez! Gelişen ve değişen dünya, hani rekabet ortamı da kızışmış, “Ne olursan ol, en iyisi ol” felsefesiyle yola çıkılmalıymış. Ne iş yaparsan yap “en iyisini yap!” X, kararlı. Aldığı eğitim ve bir de o azimli yanı yok mu, tamamdır bu iş! Yeni dünya düzeninde yer bulmak onun için çocuk oyuncağı. O “en iyi” olma yolunda zaten istekli bir aday. Gel zaman git zaman bu istek fark edilir ve X istediği işe sahip olmuştur sonunda. “Sabah erken gitmeli ofise, az soru sormalı, çok çalışmalı, ortama ayak uydurmalı, varsa bir çatışma uzak kalmalı, yaratıcı yenilikçi olmalı, güler yüzünü tüm şartlar altında korumalı, kollamalı, ha bir de yöneticisine en çok bilgisayar başında yakalanmalı, mümkünse mola vermemeli, akşam en geç o çıkmalı vs.” Toplamıştır da öğütleri yeni dünya insanlarından.
X, üniformasını giymiş bir asker edasıyla artık hazırdır teslim olmaya. Başarır da. Beklenilen her şeye uyum gösterir, kanıksar. Derken zaman geçer, “beklentiler zamanı” gelip çatar. Gitgide yüzünün düştüğünü, içinde bir boşluğun oluştuğunu hissetmeye başlar. Nedir ki bu? Oysa her şey yolundadır. Yap teslim et, yap teslim et. Tik tak tik tak. Her şey tıkırında. Maaşı desen fena değil. Eee bu piyasa şartlarında iş bulmak kolay da değil. Çatışma mı hani nerede, öyle bir şey yok, onlar sıkı bir ekip. Hem olur öyle şeyler her işyerinde. Sigortası var, servisi var, maaş kartı var, daha nedir Allah aşkına!
Yok, yok böyle olmaz. X, performans görüşmelerinde çıtlatacaktır yöneticisine. Ama nasıl söylemeli? Öyle dese yanlış anlaşılır, böyle dese yok sayılır. Bulacaktır uygun bir yol. Bulur da. Yöneticisi dinler X‘i dikkatle. Anlamaya çalışır ifadelerini; “İş mi zor gelmeye başladı, ekipte anlaşamadığın biri mi var, ücretin mi tatmin etmiyor seni, yoksa başka bir işten teklif var da sen ağzında mı geveliyorsun?”
Hepsine büyük bir sabırla cevap verir X. Hiçbiri değildir. O da bilmez ki nedir eksik olan? Yönetici elindeki kalemle karalamaya başlar önündeki kâğıdı. Sorunu anlamaya çalışır. Ansızın aklına bir fikir gelmiş gibi gözleri açılıverir. “Hah buldum ben senin derdiniiii” der, kıs kıs gülerek. X sevinmiştir, çözüm de yoldadır.
“Sen motive edilmek istiyorsun, tıpkı çocuklar gibi!”
X şaşkın şaşkın bakar yöneticisine, yönetici gülmeye devam eder. Amma da basit bir sorunmuş yahu der gibi. Sonra ciddi bir hava eser içerde. “Bak “ der yönetici, “ Hepimiz zor şartlarda çalışıyoruz, sen benim durumum kolay mı sanıyorsun, ben sizlere neleri yansıtmamaya çalışıyorum, bir de her yaptığınız şeyin arkasından alkışlarsak, ooo işimiz var!” der ve ekler “Geçer bunlar geçer, o okuduğun kitaplara da inanma sen, yazmak kolay iş, bir profesör gelsin bakalım buraya, gerçek çalışma ortamında ne kadar motive edici olabilecek!” deyip kalkar. “ Haydi işinin başına.”
X, üzgün, masasına döner. Demek buymuş derdi. “Evet” der içten içe. Yaptığı hiçbir başarıya geribildirim almamıştır ki, hem de hataları çok çabuk fark edilirken! Aklına gelen yaratıcı fikirler sahiplenilmiştir hep, üstelik adı bile anılmadan! İşini özenle yapsa da birdir yapmasa da. Neticede mutlaka bir kusur bulunur. Ya yapılan son terfiler? Dağıtılan projeler? “Hiç adil değil” diye düşünür. Sessiz olmak mıdır suçu, yoksa övünmemesi mi? O hiç düşünmemiştir tüm bunları ta ki o ana dek!
Oysa tek beklediği küçük bir teşekkürdür.
Çok değil, küçücük bir teşekkür.