Ünlü düşünür Immanuel Kant, “Aydınlanma Nedir?” adlı kült yazısında aydınlanma üzerine çok önemli değerlendirmelerde bulunur. Kant bu değerlendirmelerinde aydınlanma sürecinde bireyin kendisine düşen sorumluluğun altını dikkatle çizer. Aşağıda alıntılanan bölüm bununla ilgilidir:
“Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü.” (I. Kant, Aydınlanma Nedir?, 1784)
Tıpkı yukarıda Kant’ın da söz ettiği gibi bilinç seviyemizi geliştirmenin olmazsa olmazı hayatımızda her anlamda sorumluluk alabilmektir. Ancak burada asıl sorun çoğunlukla bunu istesek bile nasıl yapacağımızı bilememekten kaynaklanır. Çağımızda korku, her bir yanımıza öylesine işlemiştir ki olandan olduğu için olmayandan ise olmadığı için korkarız. Hatta bu yarı nevrotik hâl benliğimizi öylesine sarmıştır ki etrafta korkacak bir şey bulamazsak kendi nabzımızı kontrol ederek kalp krizi geçirip geçirmeme ihtimaline dair düşüncelerin içinde kıvranabiliriz. İşin kötüsü bir yanımız, (eğer hâlâ biraz kaldıysa) sağ duyumuz bize yaptığımız şeyin anlamsızca olduğunu söylemesine rağmen karşı konulmaz bir güdüyle hareket etmeye devam ederek korku mıknatısına bitkin düşüne kadar çekilmeye devam ederiz. Diğer yandan, hâlâ bizimle olan sağ duyumuz yaptığımız şeyin anlamsız ve son derece sağlıksızca olduğunu bildiği için bunu başkaları bizi yargılamasın diye kimseyle de paylaşamayız. Modern psikolojinin kurucularından C. G. Jung’un da belirttiği gibi ne yazık ki mental sağlığımız ilkel toplumlardan çok daha geri bir hâlde ve bizler şeytanlarımızı korkutup kaçırmak için tamtam da çalamıyoruz.
Elbette bu gelgitlerin biraz da beklenen sonucu ise toplumdan izole olma, yalnız kalma, fazla iletişimden kaçınma gibi tutum ve davranışlardır. Burada da içinde bulunduğumuz sarmalın bir sonucu olarak yalnızlık vebasıyla karşı karşıya geliriz. Çağdaş toplumumuzun en önemli sorunlarından biri, müzmin derdimiz olan yalnızlıktır.
Yalnızlık bir taraftan istediğimiz ama bir taraftan da ölesiye korktuğumuz bir durumdur. Ancak bu sorunun altında yatan belki de en önemli düğüm aslında diğer insanlardan uzaklaşırken kendimizden de uzaklaşıyor olduğumuz gerçeğidir. Gittikçe kendimize yabancılaşırız; bu yabancılaşma durumu, bizi bir tür varoluş ve hayatın anlamı üzerine cevaplarını alamadığımız sorular sormaya iter. İlk soruyu sormuş olmak bizi aydınlanma yoluna düşürebileceği gibi yoldan da çıkmaya zorlar. Açıkçası çelişki gibi görünen bu durum aslında olması gerekendir; yola düşmek için önce olduğumuz yoldan çıkmamız gerekir; ancak yolculuğu kılavuzsuz sürdürmeye çalışmak çabucak kaybolmamıza da sebep olabilir. Özellikle yeni yolumuzu tanıma sürecinde kıymetli rehberler bizlere destek olur, yordamı kavramamıza yardım ederler. Kuraldışı Akademinin uzun zamana yayılmış eğitimleri, Nil Gün ve Saim Koç’un değerli destekleri ile gerçek anlamdaki dönüşümün bir süreç gerektirdiğinin bilincine varmamı sağlayarak hayatımla ilgili en önemli farkındalıklardan biri olan hayatın her saat ve her gün yeniden ve yeniden başladığını ve çözümün her zaman anın içinde olduğunu idrak etmeme vesile olmasıdır. Vesile diyorum çünkü hiç kimse yolu sizin için sizin yerinize yürüyemez, doğumdan ölüme giden biricik yaşam yolculuğumuz, hayatlarımıza misafir ettiğimiz pek çok ruhla birlikte ama nihayetinde tek başına kat edilmesi gereken bir patika üzerinde sürer. Hepinize korku bulutlarınızı dağıtabildiğiniz, bol güneşli ve mutlu yolculuklar dilerim.
Betül Özbay, Akademisyen/Yazar