Evvel zaman içinde çok sevdiğim biri vardı. Dün gece onu rüyamda gördüm. Saçının kıvırcığını, bana bakarken yumuşayan gözlerinin elasını, siyah kazağının altında inip kalkan derin kaburgalarını, ince dudaklarının kıvrık tebessümünü, unuttum sandığım bütün ayrıntılarını üzerinde taşıyarak rüyama geldi.
Zaman o evvel zaman değildi ama. Rüyamda şimdiki zamanda idik. Bilmediğim bir evde karşılaşıvermişiz. Komşu muymuşuz ne, orası bulanık. Bir merdiven boşluğunda fısıldaşıyoruz. Çok yakın, çok samimiyiz.
Biz zaten hep bir aralıkta –çalınmış zamanların aralığında- bulmuştuk samimiyeti.
Evvel zamanlarda, milenyumu devirmemize az bir şey kala, yine bir Aralık gecesi karşılaşmıştık. Daha da öncesinde, ben kim bilir kaç defa o karşılaşma anının hayalini kurmuştum. Yıllar yıllarca olayı bin bir kez kafamda canlandırmış, beğenmemiş, değiştirmiş, hikâyeyi tekrar tekrar kurgulamıştım.
Karşılaşacaktık. Beklenmedik bir anda. Bir gece. Beni ne kadar özlemiş olduğunu anlatacaktı. Bakışlarıyla tabii. Özlemini dile getirmesi hayali bir senaryo için bile imkânsızdı. İmkânsızı istemiyordum. Zaten anlaşacaktık işte bir şekilde.SAYFA-BOLUMU
Yeni tanıştığım bir grup arkadaşımla geçirdiğim o gece nasıl olmuşsa olmuş, aklımdan çıkıvermişti. Birkaç bar ve kulübe girip çıktığımız, eğlenceye doyamayıp da karnımızı doyurmaya karar verdiğimiz sıradan bir cuma gecesinin sonunda, soğuğu hissetmeyecek kadar sarhoş, sıra sıra dizilmiş dönercilerin önünde orası mı, burası mı tartışması yapıyorduk.
Taksim Meydanı deprem depresyonunu üstünden atamadan milenyumu kucaklamak için süslenmiş, geceyi bizimkine benzer rotaları takip ederek geçirmiş ve aynı noktada sonlandırmaya hazırlanan tanıdık simalarla doluydu.
Hatırlıyorum: Soğuğa rağmen yemeğini eline alan, etrafa son bir kez göz atmak için dışarı çıkmış, büfelerin önü gündüzü aratmayacak kadar kalabalıklaşmıştı.
O gece o kalabalıkta hiç karşılaşmayabilirdik. Yıllarca hep aynı yerlerde gezmiş, birbirimize hiç rastlamamıştık ne de olsa.
Onlarca büfenin arasında nasıl olup da onun içinde oturduğunun önünde durakladık? Talih, tesadüf, hepsi bir oyun işte! Ama o oradaydı. İçeride. Elinde bir tost, flüoresan ışıklarıyla aydınlatılmış büfenin bir masasında oturuyor, bana bakıyordu.
Yıllardır beklediğim an! Nasıl da hazırlıksız, nasıl da sarhoştum. Kendimi bir şeyler hissetmeye zorladım hemen. Duygu duygu neredesin? O kadar beklediğim kişi kalkmış bana doğru geliyor ve tek düşündüğüm şey sağ ayağının hafifçe aksadığı!
Tedirgin bakışlarla etrafı araştırarak yanıma yaklaşmıştı. Demek o zaman bile hâlâ korkuyordu birlikte görülmemizden. Çevreyi kollamayı sürdürerek aceleyle yanağıma bir öpücük kondurmuş ve kaçarcasına uzaklaşmadan hemen önce kulağıma fısıldamıştı, “Arasana beni ne olur, hemen, yarın ara.”
SAYFA-BOLUMU
Duyduklarımı algıladığımda başım dönmeye başlamıştı. O AN böyle çabuk, böyle bulanık ve duygulardan arınmış bir şekilde yaşanabilir miydi?
Hatırlıyorum: Uzaklaştığı yöne baktığımı. Onu hâlâ görebiliyordum. Aceleyle taksiye binişini izlemiş, araba gözden kaybolurken arkasını dönmüş, yürümüş, sarhoşların, sevgililerin, gecenin o saatinde mendil satan çocukların arasına, kalabalığa karışıvermiştim.
On bir yıl sonra bir başka Aralık gecesinde, dün gece rüyamda, “Evleniyorum ben” diyordum ona. “Beni her zaman beklersin sanıyordum ben oysa ki” diyordu. Şaka yaptığını ikimiz de biliyor ama aşkın ses tonu, fısıltı ile konuşmayı sürdürüyorduk.
“Bütün hepsi bir oyundan ibaret zaten biliyorsun değil mi?” diye soruyordu. “Ne yaptıysam hep rol icabı idi. Bu hayat bittiğinde, rolümüzü tamamlayıp sahne arkasına çekildiğimizde, bir sonraki rolümüze soyunmadan önce, ben seni bulurum nasıl olsa kız kardeş. O zamana kadar sana verilmiş rolü hakkıyla oynamaya bak.”
Bana bakarken sevecenleşiveren gözlerinin elası, saçının kıvırcığı, soluğunun fısıltısı zihnimde taptaze uyandım. Birbirimizi görmeyeli çok zaman geçmiş olsa da, esas vedayı şimdi ettiğimizi karnımın derinliğinde bildim.
Karlı bir Aralık sabahında, çok sevdiğim bir başkasının ensesine yüzümü gömüp, günüme başladım.