Dedemin kırışmış Bhagavad Gita nüshası daima yatağının yanında dururdu. Bir akşam odasına girip bana kitaptaki hikâyelerden birini okumasını istemiştim. Yatma zamanım geçmişti tabii, fakat bu Bauji’min geri çeviremeyeceği bir ricaydı.
Okuma gözlüklerini burun kemerine yerleştirdi, kadim metnin cildini açtı ve bana Arjuna adlı genç ve yakışıklı kahramanın hikâyesini anlatmaya başladı.
Arjuna arabasının arka koltuğunda oturmuş, savaşa gitmektedir. İyi ile kötü çarpışacaktır ve Arjuna’nın yol göstericiliğiyle birlikte iyiye ait kuvvetlerin büyük bir zafer kazanması beklenmektedir. Yalnız küçük bir sorun vardır:
Arjuna panik atak geçirmektedir.
Karşısındaki iki zıt kuvvete bakıp şüpheye boğulur. Amacını, kimliğini ve misyonunu sorgulamaya başlar. Bu çaresizlik ve umutsuzluk anında Arjuna, arabasının zeminine çöker.
Bu, Arjuna’nın parlama -en büyük işini icra etme- anıdır ama o özgüvensizlikle felç olmuştur. Kendini toplamak için son bir gayretle arabacısından yardım ister.
O anda alçakgönüllü hizmetkârının aslında Krishna -himaye, şefkat ve sevgi tanrısı- olduğunu öğrenir. Krishna, Arjuna’yı ayağa kaldırır ama savaşçı, arabacısının gözlerine bakamaz. Gözlerini yere dikip kaybolduğunu utanç içinde itiraf eder. Ne yapacağını ya da nasıl davranacağını bilmediğini…
Krishna ise dharmaya giden yolumuzun geri kalanına ışık tutacak tek cümlelik bir cevap verir. Bir şeylerin eksik olduğunu hissettiğimiz ama nedenini anlayamadığımız zamanların özüne inen güçlü sözcüklerdir bunlar. Krishna şöyle der:
“Nasıl davranacağını bilmiyorsun çünkü kim olduğunu bilmiyorsun.”
* * *
Dharma= öz + ifade.
Özünüz kim olduğunuzdur. İfadeniz dünyada kendinizi nasıl ortaya koyduğunuzdur. Özünüz size yapılan çağrıdır ve ifadeniz sizin bu çağrıya nasıl cevap verdiğinizdir. Atalarım bu öz için bir kelime daha bulmuşlardır. Ona Sukha derler.
Öğretmen, doktor, avukat. Bunlar meslektir; sukhanız ise çok daha büyük, geniş bir şeydir ve tek bir mesleki unvandan çok daha derinlere gömülüdür. İnsanların gelişmesine yardım etmek, başkalarının sağlığına katkıda bulunmak ve savunmasızların hakkını korumak. Bunların her biri birer özdür.
Bununla birlikte küçük yaşlardan itibaren özü es geçip doğrudan mesleğe yönelmek üzere koşullandırılırız.
“Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusu, hepimize sorulmuştur. Anaokulundan üniversiteye kadar… Beklenen cevap ise bir mesleki unvan olmuştur. “İnsanların dış görünüşleriyle barışmasını sağlamak istiyorum” demenize müsaade edilmez. “Moda tasarımcısı olmak istiyorum” demeniz gerekir. Ya da spor hocası veya ortodontist…
Bu perspektif yetişkinliğe taşınır ve “Ne olmak istiyorsun?” sorusu “Ne iş yapıyorsun?” sorusuna dönüşür. Kim olduğumuz, unvanımızla iç içe geçer. Biz işimizizdir, buna ikna oluruz -ve başkalarının bu konudaki düşünceleri bizim düşüncelerimiz olur.
1980’lerde Dartmouth Üniversitesi’ndeki araştırmacılar bir deney tasarladı. Çalışmaya katılanların yüzüne bir makyaj sanatçısı tarafından sahte “yara” yapıldı. Sağ kulağınızdan yanağınıza uzanan parlak kırmızı, boğum boğum bir yara düşünün.
Ardından katılımcılardan, bir odaya girip orada bulunan bir yabancıyla sohbet etmeleri ve bu kişinin davranışlarını -onlara ve yaralarına nasıl tepki verdiğini- gözlemlemeleri istendi.
Gelgelelim deneye şöyle bir boyut kazandırıldı: Katılımcıların yabancıyla sohbet edeceği odaya girmesinden saniyeler önce makyaj sanatçısı onlara son bir “rötuş” yapmak istediğini söyledi; fakat rötuş yapmak yerine makyajı tamamen sildi. Dolayısıyla katılımcılar yüzlerinde yara olmadığı halde, olduğuna inanarak odaya girdiler.
Daha sonra araştırmacılar her katılımcıya yabancının yarayı fark edip etmediğini sordu ve her biri “Kesinlikle” diye cevap verdi. Hatta yabancı yaradan gözlerini alamamıştı. Bazı katılımcılar yabancının yarayı çok çirkin bulduğu için başka yöne baktığını iddia etti.
Dartmouth deneyi temel bir insani gerçeğe ışık tuttu: Kendimizi genelde başkalarının gözüyle görürüz. Onlar ne görüyorsa o olduğumuza inanırız. Bunun sonucunda da kendi isteklerimizle uyumlu olmayan, kendimizi ait hissetmediğimiz bir yolda daha da ilerlememize yol açan seçimler yaparız.
Arjuna gibi biz de kim olduğumuzu unutmuş olmaktan dolayı nasıl davranacağımızı bilemez hallere kolaylıkla düşeriz.
Bu kitabın amacı “olduğunuz kişi” ile “davranış şeklinizi” birbiriyle uyumlu kılmaktır ve bunu yapmaya özünüzle, sukhanızla, yeniden bağ kurmanızı sağlayarak başlayacağız.
“Özünüzü bulma” fikri ürkütücü gelebilir; ama gerçek şu ki sukhanız zaten içinizdedir. Arkadaşım Mila’nın keşfettiği gibi, bazen onu görmeniz için gereken tek şey bakış açınızı değiştirmektir.