Newsweek’in “İnsanlık Halleri” blogunda yazan Mary Carmichael hamile kadınların “toplumsal mülk” olma durumunu irdeliyor.
İlk çocuğumu doğurmaya karar verdiğimde daha önce doğum yapmış olan arkadaşlarım, artık sürekli benden bir şeyler talep edileceğini; özgürlüğüme, huzuruma, özelime aldırılmayacağını söyleyerek beni uyarmışlardı. Maalesef bebeği kast etmiyorlardı.
Hamileliğim anlaşılır hale gelir gelmez sağlığım sadece benim meselem olmaktan çıkıverdi. Tanımadığım insanlar Starbucks’ta otururken içtiğim kahveden de (bardağın içindekinin kafeinsiz olup olmamasına bakmadan) lokantada önümde duran suşi tabağından da ilgilerini esirgemiyor, doktorlarımın izin verip vermediğini merak ediyorlardı. Fazla kilo aldığım için eleştirmezlerse tam tersine az kilo aldığımı söylüyorlardı. Bir keresinde, yeni tanıştığım biriyle akşam yemeği için Massachusetts’de çok lüks bir restoranda buluşmuştuk. Yemeğin ortasında adam bana bakıp “Söylesene, sütün gelmeye başladı mı?” diye soruverdi.
Hamile olduklarında kadınların bedenine neden “toplumsal mülk” muamelesi yaparız? Kürtaj bağlamında çok tartışmalı (dönüp dönüp tekrar tartışmalı!) olan bu mesele yasal sonuçları bakımından masaya yatırılmış durumda. Ama görgü kuralları açısından bakıldığında insanların hiç tanımadıkları hamile bir kadının tepesine binip, sağlığıyla ilgili en kritik soruları sormaları ve bir çocuk taşıdığını unutup ona çocuk gibi davranmaları gerçekten akıl alır gibi değil.
Bir defasında New York Times gazetesi hamile kadınların “meraklı yabancılar için yavaş hareket eden hedefler” olduklarını yazmıştı. Peki, görgüsüzlüklerinden ya da kabalıklarından mı böyle davranıyor bu insanlar? Belli ki değil; çünkü başka durumlarda gayet dikkatli ve duyarlı olan o kadar çok insan sapıtıyor ki konu hamile bir kadın olunca.
Birçoğumuz hamile olmayan bir kadının aldığı kilolar hakkında yüzüne bir şey söylenmemesi gerektiğini biliriz de hamile bir kadını gördüğümüzde “Amma şişmanlamışsın!” diye bağırmaktan kendimizi alamayız. Bir anne adayının sağlığıyla ilgili son gelişmeleri izlemenin doğal hakkımız, hatta görevimiz olduğuna inanıyoruz.
Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir dedikleri bu olsa gerek. Türümüzün devamı konusuyla çok ilgiliyiz; incinebilir ve zayıf olanı korumak gibi bir içgüdümüz var; hepimiz doğacak bebeğin sağlıklı olmasını istiyoruz. Tabii bu durum beraberinde bir kontrol hakkını ve görevini de getiriyor. Hamile kadına karnındakine nasıl davrandığını rahatlıkla sorabiliyoruz.
Ve fakat ortada küçük bir pürüz var; bazı temel ilkeler hariç (pek içki içmeyin, sigaraya hiç bulaşmayın) anne karnındaki bebeğin sağlığını nasıl denetleyeceğimizi aslında gerçekten bilmiyoruz. Bilim daha oraya gelmedi. Bu da demek oluyor ki, hamile bir kadının ne yapıp ne yapmaması gerektiği konusunda herkes kendi görüşünü dillendiriyor. Kıssadan hisse, bu görüşler yardım edemiyor ancak yargılıyor.
Şu, Starbucks’taki kahve fincanını ele alalım mesela. Deyin ki, içinde gerçek, kafeinli kahve var. Hamile kadın bunu içsin mi içmesin mi araştırmalarına bakın bir. Ürkütücü bulgularla karşılaşırsınız; bazıları, kobay fareleri yerine insanlar üzerinde yapılmış üstelik. Ama hemen hepsi de yoğun kafein tüketimini dikkate almış; günde beş fincan veya daha fazlasını… Ama günde bir fincan kahvenin zararına dair tek bir geçerli veri bile yok.
Yani bu, sırf annesi elinde bir fincan sütlü kahve tutuyor diye yoldan geçeni, doğmamış bebek avukatlığına soyundurmaya yetecek türden bir bilim değil. Ama tabii bir damla bile kahve içmenin bebeğe zararı olacağına dair bir inancınız varsa ve bilime de pek güvenmiyorsanız, inancınız her daim bilime üstün gelecektir. Ve inançlar böyle güçlü oldu mu, bunları başkalarına dayatma eğilimi de gayet güçlü olur.
Keza, özellikle ilk üç aylık dönemden sonra bir kadeh şarabın bebek üzerindeki gerçek etkisini kimse bilmiyor. Ayrıca konuştuğum her doktor, kesinlikle göz ardı edilebilir bir miktar olduğunu söylemiştir. Tabii bunlar, lokantada akşam yemeğinde önünde bir kadeh şarap olan hamile bir kadına ters ters bakmaktan kimseyi alıkoymuyor o başka.
Bilimin bir gün bunu da, öbürünü de çözebileceğine dair umudumu koruyorum; hamile bir kadının hangi davranışlarının risk taşıdığı kanıtlarıyla ortaya konduğunda biz de birbirimizi yargılamayı keseceğiz çünkü hepimiz aynı bilimsel verilere bakıyoruz olacağız.
Ama o zamana kadar hamile kadınlara bir öneride bulunabilirim: Sizi bir bira veya kahve içerken gördüğünde söylenen olursa ona aynı silahla karşılık vermekten kaçınmayın. Yağlı peynirin veya kırmızı etin ne kadar zararlı olduğunu hatırlatarak bunları yememesi gerektiğini söyleyin. Birisi size çok kilo aldığınızı söylemeye kalkarsa, “En azından benim bir mazeretim var, ya senin?” diye tersleyin. Pek de tanımadığınız bir adam sütünüzün gelip gelmediğini soracak olursa, nazikçe gülümseyin ve “meme fetişizmi”nin ne durumda olduğunu soruverin.
Emin olun bir daha yanınıza bile yaklaşmayacaktır.