Biz insanlar hikâyelerin bir başı, ortası ve sonu olsun isteriz. Ne var ki bu bölümdeki hikâyelerden de anlayacağımız gibi, değişim her zaman doğrusal değildir. Terapi de aynı şekilde… Tutunduğumuz inançlar ve bunların ilişkilerimizde yarattığı örüntüleri ne kadar derinlemesine incelersek, ilişkilerimizdeki sorunların, biz uzun süreli bir bağlılığa baş koyduktan çok önce başladığını o kadar iyi idrak ederiz. İlişkimizde herhangi bir şeyin değişebilmesi için kendi içimizdeki mücadeleleri anlamamız gerekir.
Emily ve Matt
İlişkilerimizdeki sorunlar aslında bulaşıklar, akrabalar, çocuklarla ilgili değildir. Hatta konu seks olduğunda bile sorun seks değildir. Asıl sorun hepimizin içimizde taşıdığımız, bağlanmaya dair karşılanmamış ihtiyaçlar ve ilgisiz bırakılmış özlemlerdir. İlişkimizdeki çatışmaları çözmekteki başarısızlığımız, kendini sürekli tekrar eden ve sonuçta birbirimizin ihtiyaçlarını karşılamamıza engel olan bağlantı kopuklukları ve iletişimsizlik döngülerinden kaynaklanır. İçinde bulunduğunuz olumsuz döngüyü saptamayı öğrenmek suretiyle partnerinizi değil, döngüyü sorun olarak görmeye başlarsınız.
***
Lütfen o cümleyi kurma. Lütfen o cümleyi kurma.
Karşımdaki çift, kanepede el verdiğince birbirinden uzağa oturmuş ve bakışlar odanın iki ayrı ucuna kilitlenmiş. Ofisimi döşerken seçtiğim nötr renklerin amacı, danışanlarımda sükûnet uyandırmaktı ama bu etki Emily ve Matt’te pek istediğim gibi bir işlev göstermiyordu. Bu noktada artık bana da fayda etmiyordu. Çıkmazdaydık ve sinirim bozulmuştu.
Emily ve Matt yeni bebek sahibi olmuş, kırklarının başında bir çift. Hatta üç aylık Alice de orada bizimle, Emily’nin kolları arasında kundaklanmış şekilde rahatça yatıyor. Kendim de yeni bebek sahibi olduğumdan Emily’nin durum üzerindeki sükûnet dolu görünen kontrolünden etkileniyorum. Tabii o bir insan kaynakları yöneticisi olarak zaten büyük bir ekibi yönetiyor ve insanlarla ve sorunlarıyla uğraşmaya yabancı olmadığı belli. Ne var ki yüksek duyarlılık içeren profesyonel becerilerini romantik ilişkilerde kullanması mümkün değil. İlişkide istediği şeyi partnerini yöneterek elde edemez.
Bugünkü seansımız birkaç hafta önceki ilk seansımızla bire bir aynı başlıyor. Emily, yaptığı listede Matt’in yerine getirmediği ne varsa sıralıyor.
“Ondan istediğim şeyi neden yapmıyor?” diye feryat ediyor Emily. “Her şeyi benim yapmam gerekiyor. CEO’yum, anneyim, partnerim, aşçıyım, temizlikçiyim, organizatörüm. Ondan bir tanecik şey istediğim zaman bunu yapabilmesi lazım.”
Ortamdaki duygusal hararet yoğun. Matt’in bir şey -herhangi bir şey- söylemesini beklerken, dudaklarını büzüp kaşlarını kaldıran Emily’nin alnında küçük ter damlaları var. Ne var ki Matt çıkmazda olduğunu biliyor. Fazlaca sessiz kaldığı takdirde Emily hışımla çekip gidecek. Yanlış bir şey söylediği takdirde de aynı şey olacak. Ellerini saçlarının arasından geçirip şimdiye dek nefesini tutuyormuşçasına sesli bir soluk veriyor. Emily Matt’le daha yakın olmayı istiyorsa da öfkesi Matt’i daha uzağa itiyor.
Çift terapisi yöntemimin bir parçası olarak, kendileri ve partnerleri hakkındaki varsayım, inanç, düşünce ve duyguları öğrenmek, böylece ilişkiyi sıkıntıya sokanın ne olduğunu anlamak üzere, partnerlerin her ikisiyle de ayrı ayrı görüşürüm. Bu görüşmeler bir yandan da partnerlerin birbiri hakkında filtresizce konuşmalarına olanak verir, bana ilişki içindeki davranış şekilleriyle kişisel davranışlarındaki farklılıkları gösterir. Bire bir seansımızda Emily ilişkisini sürdüremeyeceğini düşündüğünü söyledi. Deneyimlerime göre bu ilk seans için hayli alışılmadık bir şeydir. Sonuçta çoğu kişi ilişkisini kurtarmak için çift terapisine gelir. Öte yandan Emily emin değil. Bir yandan üç kişilik ailesini bir arada tutmak isterken, diğer yandan içinde derin bir eşit partnerlik arzusu var ve Emily Matt’in evle ve çocuk bakımıyla ilgili sorumluluk alabileceğine güvenmediğini itiraf ediyor. Bununla birlikte zaten taşımakta olduğu ağır yükün sebep olduğu bitkinlikten dolayı üzerine düşenden fazlasını yapmamaya karar vermiş.
Emily’nin bu ilişkide adaletsizlik olduğunu fark edecek kadar kendine saygı duymasını takdir ediyorum ama aynı zamanda da kendini korumak için ortaya koyduğu duruşu, ilişkisinden kendini çekmesi olarak görüyorum. Onun “Artık istemiyorum, bitti” -seansımızda dudaklarından dökülmek üzere olduğunu adeta gözlerimle gördüğüm kelimeler- dememesini o kadar istiyorum ki… Bu sözler bir öfke anında ağzından çıkarsa, kaydettiğimiz ilerleme sıfırlanır. Emily’ninki gibi bir öfkeyle de bunun olması mümkündür. Daha kötüsü, Matt depresyona sürüklenir. Bu da onun Emily’den ve ailesinden daha da kopmasına yol açar -Emily’nin istediğinin tam tersi.
Emily suçlamalar listesine geri dönüyor. “Eve gidiyorum, bütün hafta ilk defa evden tek başıma çıkmışım ve bakıyorum ki sosis yapmış. Sosis. Haftalık mönü hazırlarken böyle anlaşmamıştık. Planı yapan zaten benim ama o basit talimatlara bile uyamıyor.”
“Uydum!” diyor Matt. “İstediğin lazanyayı yapmak için markete gidip malzemeleri alacak vaktim olmadı ama yemeği planladım ve yaptım. Ama sen yemekleri tabağa koymama bile izin vermeden üzerime çullandın. Beklentilerini karşılamak imkânsız.” Uzun bir soluk koyverip gözlerini tavana dikiyor.
Emily’nin Matt konusunda haklı olabileceğini düşünmüyor değilim. Ben de Alice’e ebeveynlik etme, ev işlerini halletme ve ailelerine dair önemli kararlar verme konularında ilişkilerinde bir dengesizlik görüyorum. Ne var ki kavgaların ayrıntılarına -çorapları kimin yerde bıraktığına, bulaşıkların neden yıkanmadığına, çocukları kimin alacağına- takılırsam kendimi bir “kim ne dedi?” savaşının ortasında bulurum. Biz terapistler çiftlerin tartıştığı şeylerin içeriğine odaklanmaktan kaçınıp, bunun yerine belli bir şeyin nasıl paylaşıldığına ve neden o şekilde paylaşıldığına odaklanmak üzere eğitiliriz. Tabii bunu yapmak söylemekten kolay çünkü “doğru” yaklaşımı bulma dürtüsü güçlü.
Emily Matt’e patlamıyor ama mimiklerinde ve ses tonunda öfkesini belli ediyor -onu boğan realitesini birinin görmesine çok ihtiyacı var. Matt yerine benimle konuşuyor. Artık aralarında bir kanal olduğum için beni kendini ifade ettiği sırada, ona cevabı yapıştırmayacak güvenli kişi olarak görüyor.
“Bitkin düştüm” diyor yakarırcasına. “Tüm bunları yapmayı sürdüremem.”
O zaman tüm bunları yapmayı bırak. Şimdiye kadarki seanslarımızda bu düşünce aklımdan defalarca geçti. Öte yandan öfkelendiği için onu suçlayamam. İlişkilerindeki onca görünmez emeği tek başına yüklenmek Emily’nin kendi tercihi değil. Sosyal baskı pek çok kadını bu yöne itiyor. Hatta, diye düşünüyorum, seni ne kadar iyi anladığımı bilemezsin Emily.
Eşimle bir önceki geceki kavgamız gözümde canlanıyor. Küçük bir çocuk olan oğlumuzun taleplerini yerine getirmek için ben aynı anda on iş birden yaparken, Greg’in kanepeye yatmış, bir bacağını diğerinin üstüne atmış, etrafında olanlardan habersiz bir şekilde TV izlediğini görmüştüm. Yardım etmesi gerektiğini söyledim ve o “Ediyorum!” diye seslendi. Aynı anda hem kanepede yatıp hem de yardım etmek nasıl mümkün oluyor, bilmiyordum. Bu sihir gibi bir şey miydi? Konu oradan hızla tırmandı. Birbirimizi suçladık ve kimin yardım edip kimin etmediği üzerine tartıştık. Sabah uyandığımda bu anlaşmazlığı yeniden gündeme getirme fikrinden bitkin düşmüş ve hiçbir şey söylememeye, konuyu kapamaya karar vermiştim.
Peki, konuyu gerçekten kapamış mıydım? Yoksa eşime alttan alta, yavaş yavaş içerliyor muydum? Emily’nin kendi ilişki dinamiklerini tarif edişi rahatsız edici derecede tanıdık geliyordu. Evimizin CEO’su neden ben olmak zorundayım?
Düşüncelerimi Emily ve Matt’e yeniden odaklamak için birkaç kez gözlerimi kırpıyorum. Konuşmayı daha olumlu bir yöne çevirmek için zamanımın kısıtlı olduğunu biliyorum. Seansı daha iyi bir noktada olduklarını hissederek bitirmeleri önemli. Vaktim tükeniyormuş gibi hissederek araya giriyorum.
“Matt sen elinden geleni yaptığını düşünüyorsun, değil mi? Sofraya yemek koyuyor ve bu çabanın hiç takdir edilmediğini hissediyorsun. Biraz daha bundan bahsedebilir misin?”
“Evet, yani, ne yapsam yanlış oluyor” diye tekrar ediyor. “Sosis çok iyi bir akşam yemeği olmayabilir ama en azından bir şey yaptım.” Bakışlarını Emily’ye çevirip “Yaptıklarımı hiç görmüyorsun. Hiçbir zaman sana yetmiyorum” diyor.
Gördüğüm pek çok çift gibi, Emily ve Matt’in de olumsuz döngüye -çiftleri iletişim kurmaktan alıkoyan örüntü- girdiği nokta burası. Onlarınkinin alt kategorisi takip-savunma. Yani bir yanda “Sen savunmaya geçtiğin için ben eleştirel oluyorum” varken, diğer yanda “Sen eleştirel olduğun için ben savunmaya geçiyorum” var. Bu tip olumsuz döngüler içinde yer alan kadınların yüzde 80’i gibi, Emily takip eden rolünde. Başkalarına yük olmaktan korkuyor. Bu yüzden derinden arzu ettiği yakınlığı talep etmek yerine, bunu çamaşır listeleri ve görev paylaşımları yoluyla empoze ediyor. Pratik destek talep etmek duygusal destek istemekten kolay geliyor.
Bu arada Matt de başarısız olup Emily’yi hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyor. Bunun kökeni de çocukluğunda sürekli olarak babasının ona yanlışlarını göstermesinin açtığı yarada yer alıyor. Bu yüzden hata yapıp asla yeterli olamamanın acısını hissetmektense, Matt ona ne yapması gerektiğinin söylenmesini bekliyor. Matt’in korkusu Emily’nin yılgınlığıyla bir araya gelince, Emily öfkeyle ve acı veren yorumlarla Matt’i kovalarken, Matt onun beklentilerinin makul olmadığını söyleyerek kendini savunuyor.
Belli ki ilişkilerini düzeltmeyi çok istiyorlar. Sorun şu ki ikisi de duygu ve düşüncelerinden bahsetmeye açık değiller. Bunun yerine karşı tarafın davranışlarına odaklanıyorlar. Terapide biz buna dışsallaştırma deriz. İnsanların sıkıntılarına tutunup kendi dışında suçlayacak bir şey araması yaygındır, çünkü acı veren düşünce ve hislerimizi anlamak üzere içimize dönmek bize öğretilmemiştir. Bu zor konulara girmek için karşımızdaki kişinin de açık ve meraklı olup bizi anlamaya çalışacağına güvenmemiz gerekir. Öyle davranmamasından korkunca savunmasız yanlarımızı göstermekten kaçınırız. Kişilerin karşılıklı kalbini açması için birbirine empati duyması, birtakım olarak birlikte çalışması, temelde aynı sayfada olması gerekir. Gelgelelim olumsuz bir döngüde sıkışıp kaldığımızda, altta yatan hislerimizi ve en derin isteklerimizi paylaşmakta zorlanır, derinlerdeki bu düşünce ve duyguların keşfedilmeden ve ifade edilmeden kalmasına sebep oluruz.
Sonuçta bir bakıma hepimiz iki farklı saat diliminde yaşarız. Biri mevcut realitemizdir. Bu realitede partnerimiz akşam yemeğinde yanlış yemeği yapar ya da eve berbat bir ruh halinde gelir. Diğeri ise çocukluğumuzdur. Duygusal reaksiyonlarımızın pek çoğu, ebeveynlerimizin davranışlarımıza, deneyimlerimize, duygularımıza ve ihtiyaçlarımıza tepkileri (ya da tepkisizlikleri) sonucu bu realitede yaratılmıştır. Hepimiz şimdiki zamanda yer alan uyaranlara, çocukluk deneyimlerimizden yola çıkarak tepki veririz. Ebeveynlerimizin aralarındaki ilişkilerde davrandığı gibi davranabilir, partnerimizin bize verdiği gibi tepki verebilir ya da çocukken kullandığımız baş etme mekanizmalarını kullanabiliriz. Bunun sebebi beynimizin öngörülebilirliğe ihtiyaç duymasıdır. Rutinde konfor vardır. Bize zarar verse bile… Bu döngü bizi partnerimizle daha derin bir ilişki kurmaktan ve onu anlamaktan alıkoyar. Zırhlarımızın ve silahlarımızın altında karşılanmamış ihtiyaç ve istekler bulunur. Bunlar hakkında konuşmak yerine, karşımızdaki insanın yerden çoraplarını alması ya da lazanya yapması gerektiğine takılıp kalırız.
Emily ve Matt tanıştıklarında farklı realitelere sahiplerdi. Artık “doğru kişiyi” beklemekten bıkmış olan bekâr Emily bir yatırım yapıp müstakil bir ev almıştı. Bu arada Matt iki ev arkadaşıyla birlikte yaşıyordu. Bu kararı eski nişanlısı artık mutlu olmadığını söyleyip düğüne iki hafta kala onu terk edince almıştı. Kalbi kırılmış ve evsiz kalmıştı. Emily ve Matt bir ortak arkadaşlarının düzenlediği hafta sonu gezisinde tanıştıklarında, aralarındaki farklara rağmen (belki de bundan dolayı) hemen çok iyi anlaşmışlardı. Emily Matt’in komik, uyumlu, kalender olduğunu söylüyordu. Hayata yaklaşımı kendininki kadar planlı olmayan biriyle vakit geçirmekten keyif alıyordu -ironiktir, şimdi Matt’in plan yapmaktan ve yapılan planları sonuna dek götürmekten aciz oluşu o zaman Emily’yi çok memnun ediyordu. Matt de hayatı boyunca karar vermekte ve sorun çözmekte zorlanmış biri olarak, Emily’nin kararlılığına ve girişkenliğine çekilmişti. Emily’nin ne istediğini bilmesinden etkilenmişti ama şimdi bu kararlılık daha ziyade onun yanlışlarını ölçen bir mezura gibiydi.
Tanıştıklarında ikisi de otuzlarının sonlarında olan bu insanlar, bir partnerde ne istediklerini biliyorlardı ve ilişkileri hızla ciddileşmişti. Çok geçmeden Matt yaşadıkları evi alan kişinin kendisi olmamasından aldığı ego darbesine karşın Emily’nin evine taşınmıştı. Bir yıl kadar sonra Emily hamile olduğunu öğrenmişti. Emily hep aile kurmak istemişti. Matt’in ona evlenme teklif etmesini istiyordu ama bunu isteme sebebi evlilik kurumuna değer vermesi değildi. Çocuğunun babasının ona bağlı olduğunu bilmek istiyordu. Matt’in ise büyük bir iş projesi yüzünden kafası dağınıktı. Terfi bekliyordu ve Alice doğduğunda kariyerine daha da odaklanmaya başlamıştı.
Terapiye geldiklerinde Emily evlenme teklifi almamıştı. Bu da Emily’nin Matt’in yapmadığı şeyler listesindeki maddelerdendi. Matt Emily için her şeyi yapacağını söylüyordu ama evliliğin önemini göremiyor gibiydi. Sonuçta ilk evlenme teşebbüsü umduğu gibi sonuçlanmamıştı. Matt’in işte başarılı olma motivasyonu da ego kaynaklıydı. Değerini, nihayet yeterli olduğunu kanıtlamak istiyordu. Ne var ki Matt işini öncelemesinin, Alice’le günde on saatten fazla tek başına ilgilenen, tüm yemekleri hazırlayan, ev işlerine bakan ve ailecek yapılan aktiviteleri planlayan Emily üzerindeki etkilerini göremiyordu. Matt’in işine odaklanması Emily’nin küskünlüğünü artırıyordu ama tüm işleri tek başına yapmaktan (ki bu başarılı olduğu bir şeydi) dolayı duyduğu kızgınlık kontrol arzusuyla çelişiyordu. Emily kontrolcü ve talepkâr oldukça Matt’in çocukluktan gelen asla yeterli olmadığına dair acısı tetikleniyordu. Şimdi üç aylık bir kızları ve aralarında kalın bir duvar vardı. İlişkileri eskisi gibi değildi. Bir şeylerin değişmesi gerektiğini biliyorlardı.
İlk işim içinde bulundukları örüntüleri kırmak; ama bu tek başına yeterli değil. Nihai amaç ilişkilerinde karşılıklı bağımlılık oluşturmak. Uzlaşı, esneklik ve eşit bir güç alışverişiyle karakterize olan karşılıklı bağımlılık, partnerlerin bir yandan özerkliklerinin tadını çıkarırken diğer yandan ilişkilerinde yakınlığı korumak için uygun yollar bulmalarına olanak verir. Oraya varmak için iki kişinin de bireysel olarak kendilerine daha az, aralarındaki bağlantıya daha fazla odaklanmaları gerekir -daha az “Kim ne yaptı?”, daha fazla “Bundan sonra nasıl ilerleyebiliriz?” Emily’nin daha yumuşak duygularını paylaşmasını istiyorum ki Matt onun neden bir yandan dümeni eline alırken, bir yandan da Matt’in tüm işi onun yapmasına seyirci kalmasına içerlediğini anlasın. Matt’in ise savunmasız tarafıyla bağlantı kurmasını istiyorum ki Emily onun kendisine vermek için epeyce uğraştığı desteği görsün.
“Matt anlamama yardım eder misin?” diye başlıyorum. “Savunmaya geçtin ama ben orda bir şey daha duydum. Ne oldu?”
“Hiçbir zaman yeterli olamıyormuş gibi hissediyorum” diye tekrar etti, bu kez daha yavaşça ve ayaklarına bakarak. “Onun istediği gibi olamıyormuşum gibi geliyor. Hiçbir zaman da olamayacakmışım gibi.”
Matt’i biraz daha bu tarafa yöneltmek istiyorum. “Başka ne zaman yeterli olamıyormuş gibi hissetmiştin acaba, merak ediyorum.” Matt’in ikincil duygularında (duygular hakkındaki duygular… öfke ya da hüsran gibi) kalmaya meylettiğini, birincil duygularından (daha yumuşak, net, deneyimimizin özünü açıklayıcı duygular… acı, üzüntü, incinme ve yalnızlık gibi) kaçındığını biliyorum. Matt’i nazikçe içsel deneyimine yönelterek onun Emily’yi kendisine yaklaştıracak temel ihtiyaç ve duygulara ulaşmasına kapı açıyorum.
Matt kaş çatıp omuz silkiyor. Dikkatlerin kendisine çevrilmesinden rahatsız. O, partnerini memnun edecek çözümü bulmaya çalışmayı tercih ederdi. Ama o tür bir odaklanma iki nedenden dolayı Matt’in işine yaramıyor. Birincisi, bu onun Emily’nin duygularıyla iç içe geçmesine neden olup kendi özerk benliğiyle Emily arasında ayrışma olmasını imkânsız kılıyor. İkincisi, Emily aslında onun sorunu çözmesini istemiyor; içten içe istediği şey, onun bu gemiyi Emily ile birlikte kullanması, birinden birinin tek başına dümene geçmesi değil.
Matt bu hissin nereden kaynaklandığından emin olamadığından, onun geçmişiyle ilgili bildiklerimden yararlanarak biraz daha bastırıyorum. “Birkaç seans önce aynı duyguyu -yeterli olamama hissini- yine dile getirmiştin ama o zaman babanla ilişkinden bahsediyordun.” Bazen gerçek bir değişim yaratmak için danışanları gitmek istemediği yerlere yöneltmem gerekir. Terapist için bu zor bir şeydir; insanların kendisine sinirlenmesini kabullenmesi ve zor konuları, danışanın terapötik süreci tümden reddetmesine yol açmayacak şekilde açması gerekir.
Matt başını sallıyor. “Babam asla yeterince iyi olamayacağımı söylerdi.”
“Babanın sana bunu söylediğini düşününce aklına ne geliyor?” diye soruyorum.
Matt derin bir nefes alıyor. “Bir yaz babam verandamızın inşaatını bitirmek üzereydi. Bu onun için özel bir projeydi. Arka bahçemizde çok katlı bir veranda… Ona baktım. Çivileri çakarken yardım etmek için yanına gittim.” Boğazını temizliyor. “Ama çivileri çakmaya başlar başlamaz bana bağırarak durmamı söyledi. Doğru yapamıyordum. İşi berbat ediyordum.”
Bunun gibi eski yaralar bizi bağ kurmaktan alıkoyar. Matt’in geçmişte babasından almaya ihtiyaç duyduğu onayı, bugün de Emily’den beklediği benim için açık. Matt’in gösterdiği bu savunmasızlık, ilişkideki pasifliğini telafi etmese de anlayış ve uzlaşıya giden yolu inşa edebilir.
“Yani Emily sana kızınca onu hüsrana uğratıyormuşsun gibi hissediyorsun.” Matt’in gözleri dolmaya başlıyor ve ben devam ediyorum. “Ve bu seni, tıpkı babanın yıllar önce çekici düzgün kullanamadığını söylediği durumdaki gibi hissettiriyor. Tek istediğin onun gibi olmak ve onun tarafından beğenilmekken o oradan gitmeni söylemişti.”
Emily büzülü dudaklarının arasından zorlama bir soluk veriyor. “Yine başladık. Sen ve hiç yeterli olamayışın. Bulaşıkları yıkarken ya da Alice’le ilgilenirken bana da kimse yeterince iyi olduğumu söylemiyor. Kim bana iyi iş çıkardığımı söylüyor ki?”
“Bir dakika.” Elimi dur işareti yapar gibi kaldırıyorum. “Emily biraz yavaşlayalım. Matt’in yeterli hissetmediğini duymanın senin için kolay olmadığını görüyorum. O anlarda seni görmesini, akşam yemekleri hazırlamasını, toparlanmasını istiyorsun. Bunlar senin ihtiyaçların. Ama onun tek duyduğu babasının hiçbir şeyi düzgün yapamadığını söyleyen sesi.”
Ses tonumu yumuşatıp konuşma hızımı düşürüyordum. Bunun Emily’yi bana katılmaya sevk edeceğini umarak…
“Matt büyürken sevmeye ve ilişkilere dair öğrendiklerini paylaşıyor.” Ağır ağır, nazikçe konuşuyorum ki söylediklerim Emily’ye geçsin. “Yaptığı hiçbir şey hiçbir zaman yeterli olmamış. Ve bugün burada bu his seninle olan etkileşiminde açığa çıktı. Onun yeterli olmadığını söylemediğini biliyorum ama Matt’in içindeki çocuğun bu anlarda zorlandığını görmeye çalışabilir misin?”
Matt’in gözleri yalvarırcasına bakıyor. Kendini açma konusunda başarılı değil. Emily de ona pek yardımcı olmuyor. Sabırsızlanarak vites değiştiriyorum.
“Emily, bu senin içinde neler yaratıyor? Hep dümende olmak zorunda olan tarafın mı bunları yaşayan?”
Cevap vermiyor. Birkaç saniye sessiz duruyoruz. Ben sessizlikten rahatsız olmam ama Emily yerinde kıpırdanıp saate bakıyor.
“Saate bakın. Seans bitti” diyor duygusuzca. Bir kolunda Alice’i tutarak kalkıyor, elbisesini düzeltiyor, kapıya doğru yürüyor.
“Emily…” Matt onu izlemek üzere kanepeden kalkıyor. Emily’nin arkasından seslenirken, bebek bezlerinin olduğu çantayı ve Alice’in araba koltuğunu alıyor. “Bu konuyu burada konuşmamız lazım!”
Emily önce Matt’e, sonra bana bakıyor. Duruşu -bir ayağı ofisin dışında- aramızdaki can sıkıcı bir sırrı açığa vuruyor: Emily’nin bir ayağı ilişkisinin dışında. Bunu biliyor. Bildiğini hissediyorum.
“Haftaya görüşürüz” diyor çıkarken.
Çiftin ofisimden çıkışını izliyorum. Daha derindeki sorunlarını konuşmaktan bir kez daha kaçmayı başardığı için Emily’ye bir puan veriyorum. Hangi noktada terapiye gelmeyi bırakacaklarını ya da daha kötüsü, Emily’nin ne zaman ilişkiyi bitirme kararı vereceğini sorguluyorum. Duvardaki küçük siyah çerçeveli aynada bir an yorgun yüzümü görüyorum. Sonra içimde bir sürü duygu çalkalanırken, elime telefonumu alıp Greg’e mesaj yazmaya başlıyorum. Mideme bakılırsa hasta, parmaklarıma bakılırsa öfkeliyim. Ne yazdığımı düşünmeye fırsat bulamadan “gönder”e basıyorum.
Konuşmamız lazım.












































