Bir yıl öncesine kadar benim için güvenmek, risk almak demekti. Tekrar eden güven kırılmaları sonucunda sert duvarlar örmüştüm. Zamanla bu duvarları kırdığımı sandım… Güven duymaya başladığımı sanıp kendimi alkışladım… Oysa güven meselesi sandığım kadar kolay değildi. Zamanla onu da anladım…
Halk arasında ‘‘Ay! Dilim sürçtü!’’ diyerek espirisini yaptığımız, geçiştirdiğimiz cümleler aslında bilinçaltımızın ‘‘Beni duy!’’ çağrısı… Freud, bu durumları ‘‘Dil sürçmesi yoktur beyin sürçmesi vardır’’ sözüyle özetliyor… Freud’a göre kullandığımız kelimeler ve konuşurken yaptığımız yanlışlıklar, bir yandan bizi ele verirken diğer yandan bilinçaltımızın keşfi açısından muhteşem veriler sunuyor… Bu konuda yaşadığım bir deneyim bana ‘‘Şekerim dilim sürçtü. Ne mutlu ki duyuyorum sesini.’’ dedirtiyor.
Aynı odayı paylaştıklarım pek değer verdiklerimdi; sevdiğim ve beni sevdiğini bildiğim kişilerdi. Sevgide sıkıntı yoktu. Her birinin beni sevdiğini bildiğim gibi bende onları seviyordum. Duymaktan hoşlanmadığım şeyleri söylediklerinde bile bunları benim iyiliğim için söylediklerini biliyordum. Amaçlarının zarar vermek değil yarar sağlamak olduğundan adım kadar emindim. Göndermeye değil göstermeye çalışıyorlardı. Öldürmeye değil öğretmeye… Tüm bunlara rağmen geçmiş deneyimler, güvenmek yerine tetikte olma duygusunu uyandırıyordu. Oysa bilincimin tüm engellerine rağmen ruhum onlara güveniyordu; biliyordu ki güven dedikleri duygu yeşerecekse bu, o odanın içindeki İNSANLAR sayesinde olacaktı…
Başkalarına güvenmeden yaşamaya başlayalı uzun zaman olmuştu. Tekrarlayan güven sarsılmaları, hayal kırıklıkları ve aldanmalar sonrasında güven düğmemi kapayıp güvensizliği açmıştım. Yani ümidimi kesmiştim… Ben kimseye güvenmeden yaşayabilirdim. Ama insanlar bana güvenebilirdi. Çünkü ister hoşlanılsın ister hoşlanılmasın, gönül rahatlığıyla ‘‘Dürüst bir insanım’’ diyebiliyordum. Bunu da değiştirilmeyecek özellikler listesinin başına koyuyordum. Halen de öyle… Tek fark şimdi kendime ne kadar dürüstüm onu sorguluyorum…
SAYFA-BOLUMU
Gel gelelim konuştuğumuz konu en hassas noktama geldi. En güvendiklerim güvenimi sorguluyordu… Hemen lafa girdim: ‘‘Merak etmeyin, ben kendimi sizden nasıl koruyacağımı bilirim!’’
Da – da – dan!…
Bilinçaltı gümbür gümbür dile gelmişti. Söylemek istediğimin tam zıddı çıkmıştı ağzımdan. Söylemek istediğim ‘‘Gerekirse sizi kendimden bile korurum’’ cümlesinin tam tersi… Şaşırdım mı? Hayır. Yalnız zihnimde yeni ve koca bir soru oluştu: ‘‘Kimi kimden koruyorsun?’’
Bazen sevdiklerimizi korumak adına susabiliriz… Bazen canlarını acıtabilir, üzebiliriz… Hataları telafi edebilir, telafisi olmayan hataları yapmaktan kendimizi koruyabiliriz. Zaman zaman içeridekini, dışarıdakinden koruma ihtiyacı hissedebiliriz… Hatta sevdiklerimizi korumak adına suç bile işleyebiliriz… Peki, ötekini korumak adına her şeyi göze alabiliyorken kendimizi kendimizden nasıl koruyacağız? En büyük yalanları kendimize söylüyorken gerçek dürüstlükten nasıl bahsedeceğiz? En büyük düşmanın kendimizden başkası olmadığını anlamadığımız sürece gelişim adımlarını nasıl atacağız?
‘‘Ay! Şekerim dilim sürçtü… Öyle demek istemedim…’’ benim için seçenek değil…
Benim seçeneğim, ‘‘Ne mutlu ki bu bilinçaltı hortlamasıyla güven konusunda daha önümde çok yol olduğunu keşfettim.’’ diyebilmek… En başta kendimi kendimden korumam gerektiğini, geçmiş kırgınlıkların bugüne bir faydasının olmadığını, şimdi yeni yüzlere yeni duygularla bakmak gerektiğini görebilmek… Tüm bunlar için de ilk adım, kendini bilmezlerin sayesinde örülen duvarları, kendini bilenlerle birlikte kırmanın keyfini yaşamaya izin vermek… Çünkü insan ölmeden önce yaşayabilmeli… Yaşam yoluna çıkabilmek içinde önce kendi önünden çekilmeli…