Merhaba,
Size kaç bölüm süreceğini henüz bilmediğim bir masal anlatacağım. Vakit bulursam, bir sonraki ayı beklemeden devamını yazabilirim. Masal bu. Ne kadar süreceğini kim bilebilir ki?
İşte ilk bölümü:
“Bir varmış bir yokmuş” değil, “Bir zamanlar” da diyemeyeceğiz çünkü zaman yokmuş… Zamanın ve mekânın olmadığı bir yerde… Ama yer de yokmuş, Birlik ve Yücelik içinde yalnızca Bilinç varmış. Bu Bilinç sahip olduğu Birliği ikiye ayırmak istemiş. Bu şekilde zıt kutuplara ayrılmanın heyecanını ve yeniden birleşip bütünleşmenin hazzını duyacağını biliyormuş.
Tanrı, Kozmik Bilinç, Sınırsız Enerji… Hangi isimle tanımlarsanız tanımlayın işte o Sınırsız Bilinç hem Bir’liğini muhafaza etti hem de kendisini ikiye ayırdı. Kutuplaşan enerjilerin adı Yin ve Yang oldu: dişil ve eril enerji! Böylece karanlık ve aydınlık, ruh ve madde ayrımı ortaya çıktı. Yin enerji daima öze, birleşmeye, beraberliğe, birliğe, bütünlüğe çekilirken, Yang enerji daima harekete, farklılığa, bireyselliğe doğru çekiliyordu. Karanlık gecede sakinlik ve uyku, aydınlık günde hareket ve canlılık vardı.
Hayat, bu iki zıt kutbun çekimi arasındaki sürekli bir nabız atışıydı. İki enerji sürekli birleşip ayrılıyorlardı. Tüm Hayat iki enerjinin dansıyla oluştu. Dişil ve eril enerjinin her buluşması ile yepyeni bir şey yaratılıyordu. Sınırsız yaratıcılık iki enerjinin dansının doğasında vardı.
İşte fiziksel evren de bu dansla yaratıldı. Yang enerjinin bireyselliğe, farklılığa çekimi sayesinde yaratılan her şey özgündü, birbirinden farklıydı, eşsiz ve benzersizdi. Tüm yaratılan formlar, aynı Öz’den yaratıldığı için Yin enerji onları sürekli Bir’liğe Bütünlüğe davet ediyordu ve Bir olduklarını hatırlatıyordu.
Kutuplaşan enerjilerin dansı ile evren, sonsuz sayıda güneşlerle yıldızlarla doldu. Bunların arasında küçücük bir gezegen inanılmayacak kadar güzel ve zengindi. Yemyeşil ormanları, derin mavi okyanusları, altın renkli çölleri vardı. Öz Bilinç, kendisini şekilden şekle sokarak, birbirinden güzel mineraller, bitkiler; havada, karada, denizde türlü çeşitli canlılar yarattı.
Yin ve Yang enerjileri iki farklı form yaratmayı seçti. Eril ve dişil enerji formları. Onlar da Öz Bilincin birleşme heyecanını deneyimlemek istiyordu. Yaratılan her form iki enerjiyi de içinde taşıyordu ama dış özellikleriyle birini daha çok ifade ediyordu. Eril formlar, daha dışa dönük, daha hareketli enerjiye sahipti. Dişil formlar daha içe dönük ve daha duyarlı idi. Bu iki enerjinin her bir araya gelişi ile yepyeni formlar yaratılıyordu.
Bir gün yepyeni bir form daha yaratıldı. Bu, insandı. Yang kutuplaşmasını temsil edene erkek, Yin enerjisini temsil edene kadın denildi. Bütün olarak bu yeni tür, daha önce tüm yaratılanlardan daha fazla Yang enerjisine sahipti. Bu nedenle de “akıl” denilen bilinçli düşünebilme yetisine sahipti.
Âdem adını verdiğimiz erkek ile Havva adını verdiğimiz kadın bir süre, Dünya denilen bu cennet bahçesinde bir çocuk saflığı ve merakı içinde mutlu mesut yaşadılar. Her anı içlerinden geldiği gibi, hayatı derin ve dopdolu olarak, duyarak, hissederek birbirlerini coşkuyla sevdiler. Sevgiden başka bir şey bilmiyorlardı ki. Her biri diğerinin, kendi içinde taşıdığı zıt kutbun aynası olduğunun farkındaydı. Âdem, içinde taşıdığı dişil enerjinin, Havva, içinde taşıdığı eril enerjinin bilincindeydi. Sınırsız Zekâ’nın, Tanrı’nın iki boyutunun ifadesi olduklarının bilinci ile kendi güzelliklerinden ve güçlerinden haz duyuyorlardı. Günlerini cennet bahçesinde birbirlerini severek, diğer canlılarla oynayarak, varoluşlarının coşkusunu yaşayarak geçiriyorlardı. Ama kader ormanın ucunda onları bekliyordu.
Bir gün Yılan adında güzel ve bilge bir varlık Havva’ya yaklaştı. Ona insanlığı güçlü ve farklı bir geleceğin beklediğini söyledi. Onların vasıtası ile Evrensel Öz, bireyselliğin ve ayrılığın kutbu olan eril enerjinin kapasitesini en son sınırına kadar deneyimlemek istiyordu. Yılan, Tanrı’nın bu isteğinin nedenini şöyle izah etti. Tanrı, Yin enerjinin özelliği olan Birliği, Bütünlüğü zaten biliyordu. Yang enerjinin hareket, bireysellik ve ayrılma gücünü de eşit derece güçlü kılmak istiyordu. Ancak eşit güçte olan eril ve dişil enerji, evreni kozmik bir sevişme ile sonsuza dek genişletebilirdi.
Yılan, Âdem ile Havva’nın cennet bahçesinden çıkarak, dünyayı ve fiziksel boyutu dolu dolu yaşayıp deneyimlemeleri gerektiğini söyledi. Bunu yapabilmek için de geçici olarak spiritüel boyutlarını, tanrısallıklarını unutmak, madde dünyasında her şeyi denemek zorundaydılar. Yılan ayrıca onlara, bir süre sonra maddi dünyanın spiritüel dünyadan daha gerçek geleceğini de söyledi. Öyle hissedeceklerdi. Âdem, Havva ve doğacak çocuklarının bu deneyimden kazanacakları bilgi ve güç müthiş boyutlarda olacaktı. Yalnız bir tehlike vardı. Bir süre sonra sahip oldukları yaratıcı güce eşdeğerde yıkıcı güce de sahip olacaklardı. Yani yaratıcılıkları ile dünyayı yeniden cennete çevirme güçleri olduğu kadar, kendilerini ve dünyayı yok etme gücüne de sahip olacaklardı. Yani seçim gücüne sahiptiler.
Ama karşılarına çıkan sınavları başarıyla geçerlerse, kazandıkları bilgelik ve olgunluğa değer biçilemeyecekti. Spiritüel boyuttaki cennetlerini madde dünyasında daha da harikulade bir biçimde yaratmanın ve bu madde cennetinde yaşamanın hazzı olağanüstü olacaktı. Saf sevgi ve harikuladeliklerle dolu cennet bahçesindeki bu yaşamı sonsuza dek sürdürebilmek için gerekli deneyim ve olgunluğu da kazanmış olacaklardı.
Yılan, Havva’ya önlerindeki yolun çetrefilli ve uzun olduğunu ama ödülün buna değdiğini söyledi. Cennetten çıkıp kendi yollarını bulmalıydılar artık.
Yılan, Havva’ya “Bilgi Ağacı” denilen bir ağacı gösterdi. Bilgi Ağacı’nın üzeri lezzetli, nefis kokulu, leziz meyvelerle doluydu. Ama nedense hiçbir canlı bu meyvelere dokunmamıştı. Yılan, Havva’ya bu meyvelerden birini Âdem’in yemesi için onu ikna etmesi gerektiğini söyledi ve kayboldu.
Havva cennetten ayrılacağı için üzgündü ama Yılan’ın dediğini yapması gerektiğini de hissediyordu. Âdem’e meyveyi yedirmekte güçlük çekmedi. Âdem, Havva’yı tümüyle seviyor ve ona güveniyordu. Onun kendi içindeki dişil enerjinin bir aynası olduğunu biliyordu. Havva’nın uzattığı leziz meyveyi hiç tereddüt etmeden yedi.
Bir anda her şey değişti…